-->

Theme Layout

Boxed or Wide or Framed

Theme Translation

Display Featured Slider

Featured Slider Styles

Boxedwidth

Display Trending Posts

Display Instagram Footer

No

Dark or Light Style

The Misfortunates

The Misfortunates

Çöldeki Kutup Ayısı Canım sıkıldıkça, moralim bozuldukça izlediğim seçme filmlerim dışında şu son dönemde izlediğim en iyi film kesinlikle  De helaasheid der dingen'dı. 2010 yılında En İyi Yabancı Film dalında Oscar'a aday gösterilen, İstanbul Film Festivali'nde En İyi Film ödülünü alani Cannes'da Onur Ödülü vari bir ödül ve bunun gibi dünyanın her yerinden bilimum ödül toplayan bir "başyapıt".Belçika-Hollanda ortak yapımı film Türkçe'ye "Çölde Kutup Ayısı" olarak çevrilmiş. Normalde çevirilerin isimlerini beğenmem ama bu filmin konseptine cuk diye oturmuş. Kim çevirdiyse ellerine sağlık.  Yönetmenliğin ( Felix Van Groeningen) ve bakış açısının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi bana bu film. Aslında son derece büyük bir dram. Neredeyse her karesi hem de. Ancak arada öyle diyaloglar geçiyor ki yer yer gülmekten iki büklüm oluyorsunuz. Alkolik babanın eziyetlerine maruz kalan, tam manasıyla rezalet bir ortamda,

All About My Mother

All About My Mother

Almadovar.. O ünlü İspanyol yönetmen.. Her ne kadar İtalya ve İspanya'yı sevmiyor olsam da ( nedenini ben de bilmiyorum. Hızlı hızlı konuşmalar, fazla nüfus, esmer insanlar.. Bildiğin Türkiye gibisin ama Avrupalıyım diye geçiniyorsun. Cık cık..) adını sürekli duyduğum "All About My Mother" filmini izledim kendisinin.  En iyi yabancı film Oscar ödüllü, orijinal adı Todo Sobre Mi Madre olan bir dram. Hikayeyi oldukça ilgi çekici buldum ancak ekşisözlük'dekiler gibi yerlere göklere sığdıramayan bir durumda değilim. İlk başta her şey çok hızlı akıyor. O geliyor, gidiyor, ölüyor, hasta oluyor, öbürü ölüyor, öbürü hasta oluyor, ölüyor hoop bitti.  He ağlamadım mı filmde? Ağladım cidden. Karakterler doğal, sıradışı bir hikaye oldukça normal bir şeymiş gibi koyuluyor önümüze. Ancak yedirilememiş. Her adım tahmin edilebilir. Hikayenin güzelliğine sığınılmış boşluklarla dolu.  Film de kısaca şöyle, Manuela, yazar olmak isteyen oğlu Esteban'ı o

Last Days

Last Days

Kurt Cobain'in son günlerinin farklı bir bakış açısıyla ele alındığı bir film Last Days. Yönetmen koltuğundaki isim Gus Van Sant olunca zaten normal çizgide ilerleyen bir film olma ihtimali ortadan kalkıyor. Belgeselle alakası olmayan, aslında Kurt ile de pek alakası olmayan, ölümün tamamen kendine has bir şekilde ele alındığı bir film bu. Daha önce Elephant filmini izlemiştim Gus Van Sant'in. Açıkçası filmi ilk izlediğimde hikayenin ne anlatmak istediğine dair pek bir fikir oluşmamıştı kafamda. Aslında halen de her şey net değil. Net olmasını çok istedim. Acaba ben mi bir yerde hata yapıyorum dedim. Gus Van Sant hakkında çok şey okudum. Gene de o gösterilmek istenenin ötesini görme işini çok başarıyla algıladığımı söyleyemeyeceğim. Ama gene de yılmadım. "Triple Death" (Ölüm Üçlüsü) adını verdiği üç filmini de izleme karar verdim. Birincisi Elephant idi. Vahşi ölüm. Tüm okul iki öğrenci tarafından taranır. Tam manasıyla bir vahşet yaşanır. İkincisi

The Songs For Funerals Vol.1

The Songs For Funerals Vol.1

The Songs For Funerals Vol.1 Cenazede Çalınacak Şakrılar Vol.1 Hangi şarkı mı? The Path tabii ki. Pek fazla bilinmeyen grupları keşif çalışmalarımın dışında kalan bir gruba ait, HIM'e. Ama Him 'in popüler olmamış, az bilinen şarkılarından olduğu için onu da "underrated"lar kategorisine koyuyorum. Nitekim gerek o sözleri, gerek müzikalitesi, gerek Ville'nin normalde ya düz olarak ince olan(onun incesi mezzo oluyor) ya da düz olarak bariton sesidnen söylediği şarkıların aksine inişli çıkışlı söylediği bir şarkı. Him'in şu ana kadar yapmış olduğu yüz küsür şarkının tamamının sözleri Ville Valo tarafından yazılmış olduğu için The Path 'in sözlerinin kime ait olduğu tartışmaya gerek duyulmayacak cinsten. Cenazede çalınacak şarkılar dememin sebebi karamsar emo haline dönüşmek değil, bir metafor. Sonun başlangıcı olarak nitelendirebiliriz bu şarkıyı. Cenaze de bunu simgeliyor.Ölümden sonra yaşam olsun ya da olmasın, cenazeler aslında bir şeylerin bit

The Sleeping Beauty

The Sleeping Beauty

Tchaikovsky's ballet triple's second ballet is (the fist one is Swan Lake and the thirt one is The Nutcracker) "Sleeping Beauty". I was so young when I watched this ballet but I still remember the most important scenes and still adore it. (not just because of my favorite compositeur "Tchaikovsky") The premiere was at November 15th in 1890 at Imperial Mariinsky Theatre St. Petersburg. The First Sleeping Beauty Cast The story is the same. Princess Auora has cursed at her sixteenth birtday party by a witch. There was just one way to break the curse: "real lover's kiss" . Princess Auora slept one hundered year at the top of a castle and suddenly a prince-Florimund- found her while he has hunting. After the defeat Carabosse( the monster which guards the castle against strangers), prince comes to the Auora's room and awakenes her with a kiss.The Prince then declares his love for Aurora and proposes to her. The King

Sunset Park

Sunset Park

Postmodernizm akımının popüler kültüre mâl olmuş en önemli isimlerinden Paul Auster'ın son kitabını henüz bitirdim.Pendik-Haydarpaşa arası süren tren yolculuğum kitabın bitimine altı sayfa kala bitince sessiz sakin öfke nöbetleri geçirmiş olsam da koşturarak yetişebildiğim Beşiktaş vapuru sayesinde işe gitmeden bitirme olanağı buldum. Yeni kitap akımlarıyla ilgil çok engin bilgilere sahip olmasam da Paul Auster'ın dilinin çok farklı olduğunu kavrayabiliyorum. Hatta konudan daha güzel buluyorum kendisinin dilini. Hemen her kitabında o bayıcı baseball sohbetlerini geçirmese aslında konuları da güzel. Evet, çoğunlukla o beysbol muhabbetlerini kitabın genel akışına uyduruyor ve sonuca bağlıyor ancak onun sayesinde beysbol kurallarını öğrenmiş olduğum gibi bir de oyuncuların isimlerini ezberledim. Zaten ana karakterlerden en az ikisi zamanında beysbol oynamış, sonradan bir şekilde hayata küsmüş tipler oluyorlar. Neyse. Dil çok hoş.Çok yalın. Benzetmeler çok akıllıca. S

Malena Ernman

Malena Ernman

Zaten insan ırkı olarak güzelliğin sınırını zorlayan İskandinavların bir de yeteneklerinin sınırlarını zorlaması insanları isyan ettirir nitelikte. Şahsen ben ediyorum. Ne o öyle? Hem kalemle çizilmiş gibi mükemmel hatlara, uzun boya, sağlıklı görünüme sahip ol; hem de müzikle, sanatla sürekli haşır neşir ol. Bir de teknoloji devi Nokia, Ikea, H&M gibi markaları sokuyorlar ya hayatımıza. Helal olsun ne diyeyim. Bu bahsedeceğim bayan da bu çizgiyi aynen devam ettiriyor. Boylu boslu, güzel mi güzel , ayrıca mükemmel bir sese sahip Melena Ernman. Bazılarımız onu Eurovision 2009'da söylediği şarkıdan hatırlayabilir. (Enstrümental-pop tarzı bir parçaydı.) Ama kendisi son derece eğitimli bir opera sanatçısı. Şu anda da İsveç Kraliyet Orkestrası'nın üyesi ve Carmen, Figaro'nun Düğünü, La Calisto, Griselda gibi birçok operada oynamasının, dünya turlarına çıkmasının dışında ayrıca jazz ve popla da ilgili çalışmalar yapıyor sürekli. 4 Aralık 1970 doğumlu Er

Gus Van Sant

Gus Van Sant

Adına bakıp da Hollandalı sanmayınız kendisini. Zira Gus Van Sant, bildiğimiz Kentucklylidir. Tavuklu olandan işte.. Last Days- Kurt Cobain'in son günlerinin anlatıldığı film Amerikan bağımsız filmlerinin duayeni olmasa da yönetmenlik açısından oldukça sağlam bir yeri olduğunu kabul etmek gerekir. 24 Temmuz 1952 doğumludur kendisi. Aynı zamanda "Destroy All Blondes" adlı bir müzik grubunda gitar çalıyor. Sarışınlardan haz etmediğini pekâlâ grubunun isminden anlayabiliriz. Ama ya kadınlardan?  Van Sant'in Pink adlı romanında bebek yüzlü erkek oyuncusuna saplantılı bir aşk besleyen yönetmen acaba gerçekte kim olabilir?? Zamanın en ünlü ve yakışıklı aktörlerinden River Phoenix ile yaptığı sayısız çalışması var kendisinin. Ayrıca gene "genç ve bebek yüzlü erkek kullanımı" hastalığından River'ın 1993'teki ani ölümünden sonra da vaz geçememiş olacak ki 2003 yapımı "Elephant"filminde gene liseli oğlanlar gö

Infinyteam