Moi, Pierre Rivière, ayant égorgé ma mère, ma sœur et mon frère... (Michel Foucault)

Basligin içerdigi anlam nedeniyle sonuna Michel Foucault'yu ekleme gerekliligi duydum. Tercumesini de ekleyeyim olaya baslikla baslamisken:  "Annemi, kiz kardesimi, erkek kardesimi katleden ben, Pierre Rivière." 
(1976 yilinda ayni isimde bir filmi de çekilmis)

Gercekten yasamis bir insan Pierre Rivière. 1815 yilinda Courvaudon -Asagi Normandiya-, Fransa'da dunyaya geliyor. Bu tarihten yirmi yil sonra ise, ilk cumlesi Michel Faoucault'nun kitabina adini veren o hatirati kaleme aliyor. Evet, "Annemi, kiz kardesimi, erkek kardesimi katleden ben, Pierre Rivière." sozcugu aslinda Pierre Rivière"in 1835 yilinda bir hapishanede, hakimin istegi uzerine kaleme aldigi hatiratinin girizgahi. Ne yapti bu adam? Bu konuda kendisi bize yeterince bilgi veriyor yalnizca bir cumleyle. Foucault ve arkadaslarinin kaleme aldigi kitap ise "Neden yapti bu adam?" sorularini soruyor. 

Kitabin yarisindan çogu tamamen arsivlerden alinmis bilgilerden olusuyor. Olayin, yani Pierre'in annesi, kiz kardesi ve erkek kardesini oldurdugu anin taniklarinin savciliga verdikleri bilgilerle basliyoruz kitaba. Olay yerini inceleyen polislerin kayitlari, Pierre'in ilk mahkemesi, Pierre'i ve davranislarini inceleyen doktorlarin ve psikiyatrlarin dusunceleri, 1835 yilinda Pierre davasi ile ilgili cikan gazete kupurleri ve Pierre'in on gunde yaziya doktugu elli sayfalik neden bu suclari isledigini anlatan hatirati. Hepsi arsivlerden, hicbir bicimde yorum yapilmadan onumuze sunuluyor. Asil incelemeler ise resmi belgeler bittiken sonra basliyor.

Pierre Rivière'in durumunu incleyen Faucault, Jean-Pierre Peter, Robert Castel, Blandine Barret-Kriegel olayi sosyolojik ve felsefik boyutlarda aciklamaya calisiyorlar. Peki neden bu kadar onemli Pierre? Neden insanlar onu anlamak istiyor?

Bunun cevabini Faucault Pierre'in kaleme aldigi, birçok psikologun ve savcinin  hakkinda kendisinin akli selim olduguna dair delil olarak kullandigi hatirati olarak veriyor. Hatiratta kucuklugunden beri deli ve budala olarak bilinen ve surekli garip davranislar sergileyen Pierre'in, aslinda olaylar uzerine son derece net neden-sonuç iliskileri kurabildigini ve mukemmel bir hafizasi oldugunu gosteriyor. Ayrica kendisinin davranislarini inceleyen bir psikologa gore yazi bir koy okulunda birkac yil olmak uzere kotu bir egitim almis olan bir cocugun bu denli guzel, anlami ve hatasiz bir metin yazabilmesi de isi cok daha ilginc kiliyor. Ayrica Pierre'in ilk olarak carptirildigi idam cezsinin agirligi, o donemde krali oldurmeye calisanlarin da ebeveyn katli cezasiyla carptirilmasi ve tam da o donemde Jean-Philippe adinda bir adamin krali oldurmeye tesebbusu ve halkin kral-baba-ebeveyn kutsalligi dusunceleriyle cok daha bilenmis olmasi ile aciklaniyor.

Ben o donemin Fransa'sini yalnizca Zola, Hugo, Sthendal gibi yazarlardan bilebildigim icin 19. yuzyil Fransasi ve Pierre davasi ile ilgili ilintiler bulmaktansa, isin "neden?"ine bakmayi tercih ediyorum. 

Neden? Neden bir insan annesini kardeslerini oldurur ve biz bundan tiksiniriz? Cok sevdigimiz ve yucelttigimiz anne/aile bizim içimizden gelen yoksa dogumumuzdan belirli bir sure gectikten sonra aslinda hissetmememiz gereken duygularin "insan" olmakla birlitke -ben burada Toplum Sozlesmesi ile birlitke demeyi uygun gordum- çekile çekile uzadigi, ise egitim-orgetim calisma hayati girdikten sonra ise iyice icinden cikilmaz bir hal aldigi 'konsept' mi?

Evet, konsept dedim. Ebevenylik durumundan soyutluyorum su an itibariyle anne ve baba kavramlarini. Krali oldurenlerin ebeveyn oldurme sucuyla yargilanip uzuvlari kesilerek sonrasinda idam edilmesinden benim anladigim, ailenin hala hiyerarsik yapisini korumasi ve bu yapinin da toplumun hala ve hala temeli olarak sayilmasi. 

Anne katili. Ne korkunç geliyor kulaga, oyle degil mi? Oysa dunyadaki tum dogrularin ve yanlislarin belirli bir perspektife bagli olmasi gibi, annenin, bir aile bireyinin oldurulmesi de tamamen toplumsal olabilir mi? O zaman cocuk sahibi olmus olmasina ragmen kendisini "anne" gibi hissedemeyenlerin ve karakteri veya yaptigi seyler nedeniyle annesine kin duyan evlatlarin hissettigi o muazzam baski ve sucluluk duygusu bir sekilde acikilanamaz mi? 

Laktoz toleransi bu konu icin ornek teskil edebilir saniyorum. Yeryuzunde bebeklik doneminden sonra halen sut ile beslenen tek canli insan. Peki bu nasil olustu? Buz cagini yasayan ve sonralari havanin isinmasiyla kuzeye gecen insanlar, demir eksikliklerini evcillestirdikleri inek, keçi gibi hayvanlarin sutlerini içerek gidermeye basladilar. Normalde bebeklik doneminden sonar sutu sindiremeyen mide ve bagirsaklar ise git gide degisime ugradi. Isin ilginç yani, laktoz toleransina sahip insanlarin orani, yani sutun bagirsaklarca emilememesi durumu, Afrika ulkelerinde ve Ortadogu'da yuzde yirmilere kadar cikiyor. (Kaynak Wikipedia. Usendim simdi.) O zaman biz, bu annelik icgudusunun ve evlatlik durumunun aslinda vahsi hayvanlardan kacan, toplu yasamaya baslayan insanlarin zaman icinde gelistirdigi bir "bagisiklik" oldugunu soyleyebilir miyiz. O halde bu guduelre sahip olmayanlarda da "annelik toleransi" ortaya cikiyor.

Tabii ki bu kadar basit degil. Bu icgudulere, yani "Ne olursa olsun o benim anam, garib anam. Ben onu severim melek anam." durumui kuzey ulkelerinde fazla, Orta Dogu'da az goruluyor denilemez tabii ki! Bu durumu daha çok 'tanri' kavramiyla aciklayabilirim saniyorum. Din Kulturu ve Ahlak Bilgisi derslerimden birisinde ogretmen ustune basa basa soylemisti: "Dunyanin her kosesinde, en ufak en izole topluluklarda bile bir tanri inanci vardir." Dogru da demisti kendisi. Eger biz bugun dunyanin her kosesinde bir bicimde var olduguna inanilan tanri(lari)n gercekligini sorguluyorsak, neden hala ebeveynlik konusu bir tabu?

Xavier Dolan bu konuya harika bir film ile yaklasiyor: "J'ai Tué Ma Mère."  (Annemi Oldurdum) Film her konuda birbiriyle zit anne-ogulun iliskilerini anlatiyor. Bas karakter Françis annesinin ne karakterini, ne giyinis tarzini, ne ona olan davranislarini seviyor. Dayanamiyor, ne yapacagini bilemiyor. Sonunda ne mi oluyor? Olduruyor annesini. Hayir, Pierre Rivière'in yaptigi gibi eline budama biçagini alip dalmiyor kadinin boynuna. Mecazi olarak olduruyor. Sonrasinda ise anne-ogul, anne ogul olmanin onlarin uzerinde yarattigi baskilardan ve dayatmalardan soyutlanip kendilerini Françis ve 'annenin adi gelecek buraya' olarak sevmeye basliyorlar, basariyorlar da! 

Annem buralari okuyorsa diye diyorum, seviyorum seni anne. Korkma benden :)

Birisni 'otekilestirirsen' uzerindeki unvanlari koparirsan, imkanisz olarak gorulen hicbir sey kalmaz dunyada. Kardes katli? Korkunç geliyor kulaga oyle degil mi?

Pierre'in kisiligi hakkinda baska bir postta yazmaya devam etmeyi umuyorum. Kendisinin akli melekelerinin yerinde olup olmadigina dair ehrkes bir sey demis masallah neredeyse iki yuz yildir. Benim neyim eksik?!

Carnage



Hiçbir beklentim olmadan izlemeye basladim Carnage'i. Zaten kunyesine baktiktan sonra "Amaan izlemeyeyim ben bunu." diyebilecek çok az insan taniyorum su yeryuzunde. (abarttim,evet.) Kimler mi var filmde? Jodie Foster, Kate Winslet, Cristoph Waltz ve John Relly. Yonetmeni ise Roman Polanski. Her ne kadar Polanski'nin -ozel hayati nedeniyle olusan- kotu sohreti sizi irite edebilecek olsa da, onyargilarinizi bir kenara birakip kendinizi bu 80 dakikalik mini tiyatral filme adamanizi tavsiye ederim.

Oncelikle belirteyim, film aslinda Yasmena Reza'nin yazmis oldugu bir tiyatro oyunundan uyarlama. Filmi izlerken zaten, eger uyarlama olmdugunu bilmiyorsaniz bile, birçok yonden tiyatroyla benzestigini fark edeceksiniz zira ben su anda bile kendisine film demeye çekiniyorum -ki eger Polanski'nin yalnizca kamera ile yakalayabilecegi açilar ile zenginlestirilmis olmasaydi buyuk ihtimalle bir "kamera tiyatrosu" derdim kendisi için.


Olay tek bir iç mekanda geçiyor; Longstreet ailesinin evi. Ogullari Cowan ailesinin ogullari tarafindan dovulen anne-baba, Cowanlari da çagirarak gorustukelrini ve anlastiklarini belirten bir dilekçe yazmaya karar verirler. Durum oykusu seklinde ve diyaloglarla ilerleyen filmde olay git gide iki anne-babanin cocuklarindan cikar ve kendi ic dunyalarini yeniden sorulamalarina kadar gider. Tabii bu olay anlattigim gibi bir anda olmuyor. Olaylar sarpa sardikça biz de ailelerle ve karakterlerle ilgili bircok sey ogrenmeye basliyoruz. 


Longstreetler upper-middle class,  entalektuel kesme daha yakin bir aile. Anne Penelope Longstreet, hayatinda bu yerlere ayak basmamis olmasina ragmen Guney Afrika'daki, Ortadogu'daki insanlarin dramlarini anlatan kitaplar yazan, Paris'de acilislara katilan bir yazar. Klasik bir Amerikan entelektuelini gosteriyor bize bu karakter.


Cowanlar ise gorece daha zengin ve muhtemelen daha az kulturel faaliyette bulunan bir aile olarak karsimiza cikiyor; Bir saniye bile susmayan telefonuyla Alan Cowan tam bir is adami. Guzel karisi Nancy ise bakimli ve duygusal git gelleri olan bir karakter.

Aile secimleri sembolik oldugu kadar karakterlerin dordu de birbirleriyle uç, çakisan insan turlerini yansitiyorlar. Olaylara tepkisini koyan gergin Penelope ve pasif-agresif tavirli Nancy'nin diyaloglari birer saheser. Ancak hikayede benim ençok ilgimi çeken karakter Alan Cowan. Christoph Waltz'a olan sempatimin de elbet kucuk bir payi vardir bu karakteri digerlerinden daha farkli bulmamda ancak beni ençok cezbeden yonu  tam bir "vahsici" olmasiydi. Vahsici su an uydurdugum bir benzetme ancak kendi dusuncelerime cok yakin oldugundan bence guzel de uydu. Insanlarin vahsi olduklarini, ellerine guc gectigi anda her ne kadar dogustan demokrasi, halklarin kardesligi, el ele verin cocuklarcilikla yikanmis olsalar da bir sekilde bu gucun aciga cikacagi ve asil insan olarak adlandiranlarin iclerinde, kendiliginden olusan bir empati oldugunu soylemistim. Bu dusuncemi hala da savunuyorum. Bu insan-hayvan ortamindan cikisin iki yolu var ve ikisi de insanin dizgilerini biraktigi anda ( buna Fransiz en sag gazetenin bile gocmenler hakkinda belirli bir uslupla yazmasi ornegini verebilirim. Ayni dusunce ve duygularda olan ancak uzerine Fransizlik smokinini, kibirini ve bati rasyonalitesi maskesinin getirdigi 'kibar olmak', 'saygili gorunmek' zorunlugugunu hissetmeyen Turkiyeli gazeteciler nasil haber yaparlardi bir dusunun) hayvanlasacak olacagini kabul etmesinde birlesiyor:

Birincisi,aynen Alan Cowan karakteri gibi insanin bir kurt oldugunu ve doga kanunlari geregi zaten guclunun zayifi ezecegini kabul etmesi ve bunu normal bir seymis gibi yasamasi,

Ikincisi ise dogustan itibaren empati yeteneginin artilirip insanlarin soylem denizi icerisinde yuzmesine izin verilmemesi. Ikincisinin aciklamasi kolay ancak uygulamasi akla hayale sigmayacak kadar zor. Olmaz mi? On bes kusak empati yapabilmeyi basabilmis, kendi vahsi dunyasina ayaklanip bilinçle kendini baska insanlarin-hayvanlarin- dogal kaynaklarin yerine koyabilmis insanlar belki basarabilir bunu. Pek mumkun gormemekteyim ancak bu secenegi.

Evet, bu kadar.