Sevilen insanlar hemen kendini belli eder. Bir ortama girdiğinizde onlar oradadır. Hayır hayır, o herkesi güldüren, ilgi odağı adam / kadın değil, gülünmesi gerektiği yerde gülen, tatlı, pek de etliğe sütlüğe karışmayan kimselerdir çok sevilenler. Bir şey rica ettiğinizde sizi kırmayacaklarını bilirsiniz. Kantinden Biskrem mi aldılar, (Tutku, Probis, o, bu şu işte) hemen açık gönüllülükle paylaşırlar. Sınıfta biri mi ağlıyor? Yanında onlar biter. Erkekleri de kavgalarda ara bulucudur. Arkadaşlarını asla satmaz.
Sevilen insanların okul hayatları genellikle böyle geçer. İş
hayatına atıldıklarında da patronların en sevdikleri elemanlar oluverirler.
Kimse onlara mobbing yapmaz. Neden yapsın ki? Bu insanlar en büyük zorluğu risk
almak zorunda kaldıklarında yaşarlar. Hiçbir zaman uçlarda gezmeyi sevmedikleri
için pratikleri de yoktur bu konuda, korkarlar. Eğer yanlış bir seçim
yaparlarsa insanların artık onları sevmeyeceğinden korkarlar. Çok nadir olarak
da yanlış seçim yaparlarsa bir başkasını kötü etkileyebileceklerinden
çekinirler. Son bahsettiklerim zaten aziz / azize, insan değil. Ben böyle
insanlara hiç rastlamadım. Hayatınız boyunca zaten 1-2 defa karşılaşırsınız en
fazla. Gerisi, “sevilmek” için elinden geleni yapan, kendi iradeleri arka plana
atanlardır.
Sevilmeyenleri açıklamak sevilenleri açıklamaktan çok daha
kolay; gıybet, fitne, kem gözlülük ne ararasan vardır bu arkadaşlarda. Aslında
hepimizde var, ancak bunlar yapıları gereği heyecanlılarsa hele saklamayı iyi
beceremezler yalnızca. Aile faktörü de çok önemlidir bu konuda, onun da altını
çizmek gerek mutlaka.
Peki ya pek de sevilmeyen ancak nefret de edilmeyen, “weird”
tipler?
Sevilen insanları genellemek kolay, sosyal normlar da
tamamen matematik hesabından ibaret olduğundan bir örgüyü izlerseniz –psikolojiniz
de sağlam ve dirayetliyse- siz de sevilen biri olabilirsiniz. Çok büyük sabır
gerektiriyor ancak istenirse olunabilir.
Ancak şu “pek de sevilmeyenler”in biri diğerine asla
benzemez. Hepsinin garipliği türlü türlüdür ancak insanlarda uyandırdıkları “Şu
çocuğu sevmiyorum pek ama neden onu da bilmiyorum :/” duygusu aynıdır. Farklı
yollar aynı sonuca götürmektedir kısaca. Bakışından mıdır duruşundan mıdır farklı
bir aura taşır bu insanlar. Konuşmalarına bile gerek olmaz çoğu zaman bu
kategoriye sokulmaları için. İnsanlar görür görmez onları pıt diye ayrıştırır
diğerlerinin içinden. Sevilen / sevilmeyen sıkça yer değiştirebilir. Özellikle
üniversite döneminde kadar en yakın arkadaşınız bir anda nefret ettiğiniz
düşmanınız, sonra yeniden en yakın arkadaşınız oluverir. Ancak bu weirdolar
aynı istikrarla yollarına devam ederler. Kimsenin onlar hakkındaki düşüncesi
değişmez. İrdelemeyi, kafa yormayı da pek düşünmezler zaten.
Ben oldum olası bu gruptaydım. İlk önce kendi kendimi mi dahil ettim yoksa teee en başından beri mi bu güruhun bir parçasıydım, muamma. Ancak inat ettim, sosyal örgülerin tamamen matematiksel bir biçimde işlediğini öğrendiğim andan itibaren nasıl "sevilebilir" bir insan olmayı öğrendim. Ancak tabii alışmadık dötte don durmaz. Pattern de dediğimiz örgüleri her ne kadar çözsem de, yani yeni bir orama girdiğimde nasıl güleceğimi, neler söyleyeceğimi belirlesem de bir süre sonra bu yüzeysel duruş ve tepkiler fire vermeye başladı. Bu sefer de sinirli ve aksi olmaya, benim o "çözmüş" halimi seven insanları kolayca kandırıldıkları için küçük görmeye başladım. Kulağa korkunç geliyor, değil mi?
Öğrenilmiş hareketlerle birini etkilediğimde rahatsızlık duymaya başladım sonra; sırf yapabildiğimi görmek için giriyordum aralarına. Sonrasında ise hevesim kaçıyordu, oyun bu kadardı.
Bir süre gerçekten bu nedenle kötü bir insan olduğumu düşündüm. Sonrasında ise bunu zaten başından beri herkesin uyguladığını, yalnızca benim "kendini sevdirme" olayını çok geç çözdüğümü fark ettim. Bazılarında default olarak doğuştan geliyor bu özellik. Bazıları farkında bile olmuyor bunu kullandıklarından. Sürekli yaptıkları bir iş çünkü. Kalbinizin attığını biri size hatırlatmadığı sürece hissetmezsiniz, değil mi?
Ben işi çetrefilli yollardan öğrenenim. Ama canım da sevdirmek istemiyor kendimi. Bir ara çok uğraşıyordum, sonra yorulup odama çekiliyordum. Bir sosyal ortama girmek benim için üç saat boyunca aralıksız koşmak gibiydi, üç gün boyunca odamdan hiç çıkmadan anca kendime gelebiliyordum.
Sonra ne mi oldu? Para!
Evet, evet, para. Para kazanmam, bu nedenle de kendimi az çok stabil bir halde tutmam gerekti. Sosyalleşmenin dozunu ayarlamam. Yalnızca zenginlerin depresyona girme lüksü vardır. Siz hiç "Ay bugün reglimin ilk günü, hava da kötü, canım hiç tarlaya gitmek istemiyor ya" diyen köylü kadın gördünüz mü? E, ben de kafama göre günlerce odada tıkılıp kalamaycağımı anlayınca koyverdim gitti. Sanırım yine efor sarf ediyorum, ama otomatik pilotta devam ediyor.
Ne yazdığıma, nasıl göründüğüme dikkat etmiyorum misal pek. Kendimi kilo vermeye zorlarsam tam tersi alıyorum. Sosyalleşmeye zorlarsam daha beter kaçıyorum.
O yüzden, bıraktım, gitti.
Yine garip helime döndüm, hareketlerimi kontrol etmiyorum. Ama fazla sosyallikten de çıldırmıyorum bu şekilde.
Bu yazı benden tüm "pek de sevilmeyenlere" gelsin...
Öğrenilmiş hareketlerle birini etkilediğimde rahatsızlık duymaya başladım sonra; sırf yapabildiğimi görmek için giriyordum aralarına. Sonrasında ise hevesim kaçıyordu, oyun bu kadardı.
Bir süre gerçekten bu nedenle kötü bir insan olduğumu düşündüm. Sonrasında ise bunu zaten başından beri herkesin uyguladığını, yalnızca benim "kendini sevdirme" olayını çok geç çözdüğümü fark ettim. Bazılarında default olarak doğuştan geliyor bu özellik. Bazıları farkında bile olmuyor bunu kullandıklarından. Sürekli yaptıkları bir iş çünkü. Kalbinizin attığını biri size hatırlatmadığı sürece hissetmezsiniz, değil mi?
Ben işi çetrefilli yollardan öğrenenim. Ama canım da sevdirmek istemiyor kendimi. Bir ara çok uğraşıyordum, sonra yorulup odama çekiliyordum. Bir sosyal ortama girmek benim için üç saat boyunca aralıksız koşmak gibiydi, üç gün boyunca odamdan hiç çıkmadan anca kendime gelebiliyordum.
Sonra ne mi oldu? Para!
Evet, evet, para. Para kazanmam, bu nedenle de kendimi az çok stabil bir halde tutmam gerekti. Sosyalleşmenin dozunu ayarlamam. Yalnızca zenginlerin depresyona girme lüksü vardır. Siz hiç "Ay bugün reglimin ilk günü, hava da kötü, canım hiç tarlaya gitmek istemiyor ya" diyen köylü kadın gördünüz mü? E, ben de kafama göre günlerce odada tıkılıp kalamaycağımı anlayınca koyverdim gitti. Sanırım yine efor sarf ediyorum, ama otomatik pilotta devam ediyor.
Ne yazdığıma, nasıl göründüğüme dikkat etmiyorum misal pek. Kendimi kilo vermeye zorlarsam tam tersi alıyorum. Sosyalleşmeye zorlarsam daha beter kaçıyorum.
O yüzden, bıraktım, gitti.
Yine garip helime döndüm, hareketlerimi kontrol etmiyorum. Ama fazla sosyallikten de çıldırmıyorum bu şekilde.
Bu yazı benden tüm "pek de sevilmeyenlere" gelsin...
Hiç yorum yok
Yorum Gönder