Anime / Manga Önerileri 16: Kiseijuu: Sei No Kakuritsu (Parazyte)


Tür: Bilimkurgu, gerilim, aksiyon, macera, doğaüstü, dark fantasy, seinen

Tokyo Ghoul ve Shingeki No Kyojin severler toplaşın sahibi geldiiii!


Animesi 2014 yılında çıkmış olmasına karşın bizim Parazit'in kökenleri taaaa 1988 yılına dayanıyor. Milttan önce yani!

Frençayzın patladığı, globalayzeyşınlaşmanın -küreselleşmenin- pitch yaptığı -doruk noktasına ulaştığı- dönemde dünyaya açılan Caponlar'ın ünlü olan mangalarından biriydi Parazyte.


Bu arada cımbırlok Türkçem nedeniyle özür dilemek istiyorum. Zamanında çok fazla Bilgi Türkçesi'ne, sonrasında da bir dönemlik de olsa Plaza Türkçesi'ne maruz kaldığım için yıllar içinde kullandığım kelimeler değişti. Kelimelerin doğru anlamlarını biliyor olmama karşın aklıma ilk gelen "pitch yapmak" gibi garibimtırak söz öbekleri oluyor. Aklıma ikinci olarak geleni ise tire içine alıyorum ki milleti irite etmeyeyim.

Daha geçen gün rüyamda kendimi Ghoul olarak gördüm. Ama kagunem omuzlarımdan çıkıyormuş :( Birilerine sinirleniyor, onları kagunemle saldırıyordum. Böyle garip bir ruh halindeyken kendisi de aynı Tokyo Ghoul gibi Seinen manga kategorisinde olan ve çizimleri aynı şekilde yer yer iğrençleşebilen bir seriyi nasıl önereceğim bilmiyorum. Bayağı böyle kırmızı kırmızı kagunelerim vardı :( :(



Hidoshi Itaaki imzalı, 1988-1995 yılları arasında yayımlanan ve yayımlandığı dönemde fırtınalar estiren Parazit'in neden 2014 yılında Parazyte- mazima- adında bir animesi çıktı, meçhul. Animesinin yanında iki de live action filmi var -ve genel live action filmlerine kıyasla hiç de fena değiller- aynı dönemde çıkan. Sanıyorum Tokyo Ghoul ve Shingeki No Kyojin ile yükselişe geçen "korkunçlu yaratıklı animeler" kuşağını gözlemleyen yapımcılar "Anaaa! E, bizde bir Kiseijuu vardı. Onu anime yapmadık değil mi  biz aaaaa! Kız unutttukkk!" diyerek animesini yapmaya, live action filmlerini çekmeye yeltendiler. Zamanında yapsalardı bunu patlardı bu anime. Şimdi de beklenen etkiyi gösterdi gerçi ancak yine de biraz arada kaynadı gibi.


Habire Singeki No Kiyojin ve Tokyo Ghoul diyorum da, neden bahsediyor bu Parazit?

Efenim, kendi başlarına ancak üç dakika ayakta kalabilen uzaylılar, insanları bitirme içgüdüsü ile dünyaya yollanırlar. Çekirdeklerinden çıkan bu çiyanımsı arkadaşlar üç dakika içinde içine yaşabileceklri bir insan bedeni bulmak zorundalardır. Bu uzaylı parazitlerin çoğu ilk gördükleri bedene yapışıp derilerinden içeri girer, vücudun sahibinin kafasını yer ve klonlanarak az önce yediği kafanın şeklini alır. İnsan eti yeme dürtüsüyle haraket ettikleri içinse karınları acıktığında gerçek şekillerini alıp önlerine çıkan insanları hüp diye götürürler.



İnsanlarla aynı zekaya ancak daha mekanik bir ruha sahip olan bu parazitlerden birisi de on yedi yaşındaki Izumi Shinichi adlı bir gence musallat olur. Kulakığıyla müzik dinlerken uyuyakalan ve penceresinden içeri dalan uzaylıyı yılan sanıp derisinden içeri girdiği anda kulakığının kablosunu koluna dolayarak beynini yemesini engelleyen -tabii Izumi'nin gelenin uzaylı olduğundan, kafasını yiyip vücudunun kontrolünü ele geçirmeye çalıştığından haberi yok. Yılan gibi bir şey geldi sanıyor- İzumi aynı şekilde uykuya dalar. Sabah kalktığında da sağ eline bakar, her şey yerli yerindedir. Derisidnen içeri giren bir şeyin izi bile yoktur. Tabii kısa bir süre sonra elinin kontrolünün kendinde olmadığını, uzaylının tekinin gelip, kolunu yiyip bitirip klonladığını, eğer onu kesip atmaya kalkışırsa uzaylının anında kafasını uçuracağını öğrenir kısa zamanda. Uzaylımızın adı ise Migi'dir. Seiyuu'sunu çoooooooooooooooooook başarılı buldum Migi'nin. Hatun olduğu çok belliydi -ki Migi erkekmiş gibi bahsedildi anime boyunca-. Meğer seiyuusu Aya Hirano'ymuş! AAAAAAY! Aya Hirano kim mi? Death Note'dan Misa Misa'yı seslendiren hatun desem? Vay! Çok geliştirmiş kendini. Çok iyi seslendirmeler yapıyor. Vay anasını yaaa!




Eh, etraf insan yiyen parazitlerle doluyken sağ eli bir uzaylı olan Shinichi bu parazitleri yakalamaya, onları dünyadan defetmeye çalışır. Ancak tabii hey şey istediği gibi gitmez. Sıkılgan ve heyecanlı bir karakter olan Shinichi'nin genleri yavaş yavaş -elim olaylar sonucunda- Migi'ninkilerle karışmaya başlar ve Shinici kendini yarı insan-yarı uzaylı bir karışım olarak bulur. Duygularından yoksun, aynı Darker Than Black'in Contractorlar'ı gibi tamamen mantıksal çerçevede düşünen parazitlere benzemeye başlayan Shinichi ne yapacağını bilemez. Tabii Migi de bir yandan değişir ve bir süre sonra ikili ayrılmaz bir bütün haline gelir.


Belirtmeden edemeyeceğim; animenin müzikleri Death Note'dan sonra en iyi temalar arasında ikinci sırada rahatlıkla yerini alır. Hele ki aksiyon sahnelerinde çalan o dubstep parçası beni benden aldı. Açılış müziğini ise yaptığım listeye çıkan eklemiştim zaten (:

Bahsettiğim parçayı da buldum (ama tamamı çok güzel müziklerin)






Hah, belirtmeden edemeyeceğim; animede bir adet Eren Jaeger'in Titan formunu görmek mümkün. Adeta yapımcılar "Zamanında yapıldı bunlar. Siz kimi kandırıyorsunuz arakdaşlar?" demişler. Eh, tamamen özgün hiçbir şey yoktur. Herkes birilerinden bir şeyler kapar, onları harmanlar ve yeni bir dünya yaratır. Ne insanların de ne parazitlerin tamamen özgün düşünme yetenekleri yok maalesef. O yüzden işte idare edebildiğimiz kadar ediyoruz.











Anime / Manga Önerileri 15: Zankyou No Terror

Tür: Macera, aksiyon, distopya, shounen



Oh la laaa! Sıra geldi benim kendi seçkilerimden birine. Anime / manga önerileri ve yine animelerle ilgili çeşitli listeler yapıyorum ancak hepsi de  kendi favori anime ve mangalardan oluşmuyor. Kendi favroilerimi saysam zaten herhalde on anime on da manga anca çıkar. İçinde mutlaka Monster, Psycho-Pass, Tokyo Ghoul, Kiseiju ve Death Note olur. Hah, Terror in Resonance, aka. Zanyou No Terror da bu listeye dahil; anime olanına. Zira kendisinin ne mangası ne oyunu ne filmi ne visual novelı ne de light novelı var; yalnızca on bir bölümlük bir anime. Öyle on bir bölümlük derken ezikledim filan zannetmeyin sakın! Şimdi bu müthiş animesnin yönetmenini söyleyeceğim size ve ortalık bir anda "pıt" kesilecek; (pıt kesilmek?)



Shinichiro Watanabe! 

Hala mı çakışmadı köfteler? Eh, Cowboy Bebop, Samurai Champloo ve Space Dandy'nin yönetmeni desem kendisi? Haaaaaaah şimdi oldu! Oh yes! Evet. Watanabe Amca dur durak bilmiyor. 2014 Yaz Sezonu animelerinin en mikemmeli, Caponlar'ın kısaca "Terror" diye adlandırdıkları akıl oyunlarıyla dolu Zankyou No Terror ile yine yaptı yapacağını. Çok iyi anime. Tam kararında. Ben kurgulamış olsam biraz uzatırdım ve en az 2 bölümlük bir anime dizisi çıkartırdım bu hikayeden. Ama böylesi de güzel. Üzerinde biraz daha düşünürsem fanfiction bir light novel yazmaya kalkarım hakkında diye korkuyorum. Öyle güzel bir malezeme var animede. 



Anime, kendilerine Sphynx adı veren, yüzlerine maskeler takıp videolar çeken ve videolarında bilmecelerini yanıtlayamazlarsa orayı burayı patlatacaklarını söyleyen on altı- on yedi yaşlarında iki genci konu alıyor. Birinin adı Twelve, diğerininki Nine. Çok zeki oldukları daha animenin ilk beş dakikasında anlaşılan bu iki arkadaşın neden adlarının sayılardan ibaret olduğunu, neden Japonya'yı kaosa sürüklemeye çalıştıklarını hikaye ilerledikçe öğrenmeye başlıyoruz. Hikayenin başında karşılaştıkları Lisa adlı, ezilmekten pestili çıkmış bir kızcağızı da yanlarına katan ikili, bir yandan onları yakalamaya çalışan, peşine düştüğü bir dava sonrası devletin özel işlerine fazla burnunu soktuğu gerekçesiyle arşiv bölümüne alınan ancak bizim Sphynxler'in ortaya çıkmasıyla keskin zekası yeniden parlayan küskün ve bitkin polisimiz Shibazaki, bir yandan da terör soruşturması bahanesiyle Caponya'ya gelen Amerikalılar ile uğraşmak zorunda kalır. Ancak "savan" yetenekleri ve keskin zekalarıyla zor durumlardan "Fıışırttt!" diye kurtulmayı başarırlar (-mı acaba? diyerek buradan Özkan Uğur'a sevgilerimi yolluyoum)




Amerikalılar'ın neden bu arkadaşların peşinde olduğu ise yine hikaye ilerledikçe anlaşılır ve asıl kovalamaca da işte o zaman başlar.

Bu anime ile ilgili hiç detaylı yorum okumadım. Yalnızca Ekşisözlük'teki başlığına bir göz attım. Herkes Lisa'ya gıcık kaptığından bahsetmiş. Lisa, -ne denli gıcık olsa da- birçok animede karşılaşmadığımız, milleitn gıcık kapma ihtimali göze alınarak yaratılmış müthiş bir karakter. 

Five ve Nine


Normalde animelerde bir-iki karkter öne çıkar. Diğerlerinin hikayesi ya tam geçemez izleyiciye ya da bilinçli gözardı edilmiştir. Ehi her biriniderinlemesine inceleyecek zaman yoktur çünkü. Zankyou No Terror'dekilerin hepsi çok iyi, çok gerçek karakterler. Hiçbirisinin geçmişine derinlemesine inip onları hissetmiyoruz. Tam da animenin amacına uygun olarak, karakterleri tanıyor, geçmişleri hakkında biraz bilgi sahibi oluyor ve asıl olaya -kovalamacaya, planlara- dönüyoruz  hemen. 

                       Five'ı çok sevdim ben ya. Seviyorum böyle obsesif manyak karakterleri.

Yorumlarda görmediğim ancak hikayede göze beyyyle beyyle sokulan başka bir detay ise hikayenin bildiğiniz Death Note temelli oluşu. Hiç de saklamamışlar bunu hem. Çok da iyi yapmışlar. Death Note'daki bir yan hikayeyi alıp, geliştirip, üzerine çok iyi düşünülmüş karakterler ekleyip farklı bir ana hikaye çıkartmışlar ortaya. 

Kendini bir anda kaosun içinde bulan Lisa

Bundan sonrası biraz spoiler içerecek. Kurgunun Death Note ile paralel olduğu noktaları belirtmek adına yapmam gereken bir şeydi, kusruma bakmayın. 

Aşağıda yazılanların animeyi çoktan izlemiş olan okuyucuların okuması tercihimizdir. Firmamızı seçtiğiniz için teşekkür eder, güzel okumalar dileriz.


Özel yetenekli çocukların seçilip, özel bir binada yetiştirilmesi ve üzerlerine deneyler yapılmasından bahsediyorum hikayeler paralellik taşıyor derken. Death Note'da her ne kadar üzerlerinde deney yapıyor olmasalar da,  aynı Near'ın, L'in öldüğünü öğrendiği sahnede yaptığı yapboz gibi, Zanykou'daki çocukların da bembeyaz yapbozlar yapmaları, Five'ın aynı anda birden çok monitörü takip edebilmesi -bu L ve Near'ın ortak özelliği. Hatta Death Note'un on üçünü volümü olan "How to Read?"de de bahsediliyor ikilinin bu "monitör izleme yetenekleri"nden 
Psycho-Pass'ı da karıştırmış araya bunu çizen kişi. Çok hoşuma gitti.

Five'ın küçüklüğü ise bildiğiniz afacan Near. Beyaz saçlı da hem. Tabii tek farkla, Five bir hatun. Near kadar takıntılı kendisi. Ayrıca harekete geçme ve tek başına iş yürütme kabiliyeti Near'dan bin kat daha üstün. Bana, aynı Death Note Drama'da olduğu gibi, Near ve Mello'yu Five'ın içinde harmanlamışlar gibi geldi. Hele ki Nine'ı yenmek için elinden geleni yapması, köşeye sıkıştırdığı anda ise "Bugüne kadar seni hiç yenememiştim" deyişi filan aynı Mello. Five'ın "Beni yak kendini yak, her şeyi yak" anlayışı da Mello'ya aşina olanlara hiç mi hiç uzak gelmeyecek.


Twelve, Nine ve Lisa için aynı şeyleri söyleyemiyorum. Nine'da her ne kadar bir Light Yagami'lik hissedilse de ilk başlarda birbirleriyle hiç mi hiç alakalrı yok. Nine empati kurmasını bilen bir tip. Her ne kadar soğukkanlı, amacı uğruna her şeyi yapmaya hazır ve planlarını sabırla ilmek ilmek işleyen bir tip olsa da temel olarak Light'tan çok farklı. Ama Five, işte Five... O bildiğiniz {(Mello+Near)/2}-1  (Üzeri eksi bir olacak. Hani ters dönmüş hali gibi. Five kız sonuçta yani. Ben de sonucu ters döndürmekte buldum çareyi)

Bir türlü Nine'ı geçemeyen Five ve Five'ın bir türlü geçemediği Nine. Near ve Mello'dan bir tanesi hatun olsa çok güzel olurmuş valla.

O Five'dan da herhalde bir on bölümlük malzeme çıkardı. 

Ben bu animenin bu kadar kısa sürmesinin nedenini çok profesyonel bir ekip tarafından hazırlanmış olmasına bağlıyorum. Çok daha genç ve heyecanlı bir ekip böyle bir hikaye daha oluşum aşamasındayken heyecana kapılır, kurguyu dallandırı budaklandırırdı. Eğer iyi kotarabiliyorlarsa hiçd e fena olmazdı. Misal Tokyo Ghoul bende o hissi uyandırıyor. Yazdıkça yazası, çizdikçe çizesi geliyor Sui Ishida'nın. Projeye uygun davranmıyor, 

Bu konuda "Şu diğerinden daha iyi" denilemez. Ortaya çıkan sonuç önemli. Başarılıysa eğer, çok iyi programlanmış, kısa bir anime de, heyecanla arada çok fazla detay verip insana "Ay nooooluyooo?" dedirteni de aynı derecede müthiştir. Yaaaa! 















Tüm Zamanların En Iyi Yirmi Anime Açılış Müziği




Neee zamandır "beyin  yakan" animeler izliyorum; şöyle karmançorman, bilimkurgu, gizem, distopya türünde olanlarından. Bir an uzaklara dalıp gitseniz kurguyla ilgili çok önemli bir ayrıntıyı kaçırabiliyor, sonradan "Ya noooluyoruz? Kim bunlar? Niye geldiler? Ajan değil miydi bu adam? Köstebek miymiş?" ve benzeri varyasyonlarda veryansın edebiliyorsunuz.

Aboow! Gözlerim patladı, etraflarında çukurlar oluştu olayların bir saniyesini bile kaçırmamaya çalışmaktan. Animelerin bazıları o kadar detaylı ki, izlerken yanımda not defteri.bulundurmayı düşünüyorum. Not alacağım, kim neydi, hangi deney hangi grup tarafından yapılyıordu tek tek yazacağım. Başka yolu yok izlemenin bu animeleri.  Hele ki Seinen mangalara hiç girmiyorum şu sıralar. Oy anam! Düşüncesi bile şeyetti. Gözlerim kararıyor o detayların hepsini birden yakalayacağım diye. Normal hayata dönünce her şeyi çizgi çizgi görüyorum ilk bir iki saat.

Bakın, iki dakikada içiniz sıkıldı değil mi? Ben seviyorum canımı sıkmayı. Ama işte bu, benim "Ağır toplar" diye adlandırdığım animelere ara verdiğide de soluk almak için favori anime açılış şarkılarımı dinliyorum. Dedim "Kız ne duruyorsun? Liste yap ayol!" 

Yaptım listeyi. Hepsi el emeği göz nuru. Şarkı Adı ve Müzisyen / Grup yazılarınnı bile kopyala yapıştır yapmadan, elcağızlarımla yazdım. Bir de listeyi yaparken bir şeyin farkına vardım; meğer nee zamandır dinlediğim şarkıların bile kime ait olduğunu bilmiyormuşum! :O :O Tabii "Bla Bla Opening" mottosunu kuallndığınız takdirde şarkıcıyı veya şarkı adını bilmeden şarkıya konabiliyorsunuz. Ben de bu fasiliteden -kolaylıktan- yararlanıyormuşum meğer. Göbeğim çatladı hepsinin künyesini bulacağım diye. Bir de video eklemeyi unutmuşum ben. Lisede Power Point sunumları hazırladığım dönemlerden bu yana hiç bu kadar zorlanmamıştım. Videoyu koymak kolay ama yerleştirmesi? Ortalamaya çalışıyorum, olmuyor. Kenara itiyorum, oluyor. "Hadi bu sefer! Haydi aslanım!" diye kendimi gaza getirip bir daha deniyorum ortalamayı, olmuyor. Sonunda halletim bir iki tanesini. Artık olduğu kadar.





20- Texhnolyze

Şarkı Adı: Juno Reactor
Müzisyen / Grup: Guardian Angel



"Beyin Yakan Animeler" listesindek -yapmadım öyle bir liste henüz- arkadaşlardan biri. Ama animeyi çok severim o yüzden ben laf edebilirim ona ama siz edemezsiniz. Şarkı da en az anime kadar saykodelik. 

19- Gokukoku no Brynhildr OP2

Şarkı Adı: Ejected
Müzisyen / Grup: Nao Tokisawa





"Bıryınhıldır hurmalar, yarın ... tırmalar"

 Animesini de severim hani ama hala doğru düzgün telaffuz edemiyorum. Ama şarkı güzel. İsmi de kolay söyleniyor. Oh mis. 


18-Strike the Blood OP1

Şarkı Adı: Strike the Blood
Müzisyen / Grup: Kishida Kyoudan & The Akeboshi Rockets






17-Noragami Aragoto

Şarkı Adı: Kyōran Hey Kids!! 
Müzisyen / Grup:  The Oral Cigarettes


Ay ay ay! Bir şarkı bir animeye bu kadar mı yakışır?! Mağazalarda "Ay size çok yakıştıa!" diyen tezgahtar kız gibi konuştum ama doğru söze ne denir? Noragami'nin ilk sezonunun açılışı da pek güzeldi. Oral Cigarettes hem müzikleriyle hem de gruplarının isimiyle gönlümü fethetti. Yato? Zaten gönlümüzün kahramanı o.


16-To Aru Majutsu OP2

Şarkı Adı: PSI-Missing
Müzisyen / Grup: Mami Kawada


Önerisini yapmadım değil mi ben bu animenin? Şarkısını araştırırken geldi aklıma. Yazdım kenara. 


15- Btoom!

Şarkı Adı: No Pain No Game
Grup / Müzisyen: Nano


Yaani animesini de çok severim ama müziği sanki daha bir güzel.


14- Death Note OP1

Şarkı Adı: Nightmare
Müzisyen / Grup: The World


Death Note birinci bölümünün açılış müziğiyle on dördündü sırada. Ama bu liste en iyi açılış müziklerini değil de "En İyi Müziklere Sahip Anime Dizileri" gibi bir isim taşısaydı, Death Note sorgusuz sualsiz bir numaraya otururdu. Arkadaş onlar nasıl themeler? Vicdansızlar. İnsan eşit dağıtır diğer animelere de. Her bir tema, temsil ettiği karakterin ruh halini o kadar iyi yansıtıyor ki, karakterlerin git-gellerini eğer kurgudan kapamıyorsak temadan kapıyoruz. 

Soundtrackleri hazırlayanlar; Yoshihisa Hirano ve  Hideki Taniuchi.

Dayanamayıp paylaşıyorum iki tema. 

Mello's Theme A B C:


Ryuk's Theme A:






13- Ergo Proxy 

Şarkı Adı: Kiri
Müzisyen / Grup: Monoral


12- Kiseijuu Sei no Kakuritsu  (Parasyte the Maximum) OP1


Şarkı Adı: Let Me Hear
Müzisyen / Grup: Fear


Ortada durmuyor bu video. Çıldırttı beni. 

11- Deadman Wonderland 

Şarkı Adı: One Readon
Müzisyen / Grup: DWB & FADE





10- Neon Genesis Evangelion 



Şarkı Adı: A Cruel Angel's Thesis
Müzisyen / Grup: Yoko Takahashi



9- Gintama OP13

Şarkı Adı: Sakura Mitsutsuki
Müzisyen / Grup: Spyair



8- Naruto Shippuden OP6



Şarkı Adı: No Boy, No Cry 
Müzisyen / Grup: Stance Punks



Bu arkadaş da durmuyor ortada. Köşe videosu bunlar.

7- Fate/Zero OP2

Şarkı Adı: To the Beginning
Müzisyen / Grup:  Kalafina



6- Cowboy Bebop

Şarkı Adı: Tank
Müzisyen / Grup: Seatbelts



5- High School of the Dead

 Şarkı Adı: Highschool Of The Dead
Müzisyen / Grup: Kishida Kyōdan & The Akeboshi Rocket





4- Blue Exorcist OP1

Şarkı Adı: Core Pride
Müzisyen / Grup:  Uverworld



3-Digimon OP1

Şarkı Adı: Butterfly
Müzisyen / Grup: Wada Kouji


Acaba yüzünde hafif bir gülümseme oluşan kaç kişi var şu an? Unutur muyum ben Dicimonumu? Brave Heart da ayrı güzeldir ayrıca. Digimon'un hemen hemen tüm müzikleri çok hoşi çok başarılı. Millet hala Pokemon mu Digimon mu daha iyi tartışsıni müzik konusunda açık ara galip Digimon. 


Ancak belirtmeden edemeyeceğim. Daha bugün dinledim Butterfly'ı ve Brave Heart'ı. Arada dinliyorum ben böyle Digimon Pokemon Babylade filan. Neyse, Butterfly'ı dinliyordum kulaklıktan. Yoldayım ve karşıdan karşıya geçeceğim. Ensemin sol tarafından biri fısıldadı kulağıma doğru. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü o an. Korkudan olduğum yere çakıldım kaldım. Yolun ortasında kalakaldım. Tansiyonum düştü, başım döndü. Kendime gelir gibi olunca da karşı kaldırıma attım kendimi. Ölecektim şuracıkta. 

Sonra bakınca anladım. Videoda 4:36 gibi söylenen "Kçia" vari sesten irkilmişim. İşin kötüsü şarkıyı başa alıp yeniden dinleyince gene korktum. Sorun şarkıda değil, bendde.


2-Psycho Pass OP1- OP2

Ov ov ov!

İlk iki sırada üç şarkı var ve üçü de Ling Tosite Sigure adlı gruba ait. Psycho-Pass ve Tokyo Ghoul sevgimi bilenler listeleme konusunda objektif davranmadaığımı düşünecekler ancak vallahi değil! Keramet bu grupta! Özellikle de vokalistinde. 

İkinci sırada Psycho-Pass adlı muhteşem animenin birinci ve ikinci sezon açılışları bulunuyor. Dinlemelere doymazsınız umarım. 


Şarkı Adı: OP1 :Abromalize  OP2: Out of Control
Müzisyen / Grup: Ling Tosite Sigure




Abnormalize



Out of Control


1- Tokyo Ghoul OP1

Şarkı Adı: Unravel
Müzisyen / Grup: Ling Tosite Sigure'dan TK (Toru Kitajima)

Şarkının tam hali Sony tarafından habire kaldırılıyor. O nedenle sesle oynayıp, allem edip kallem edip yeniden yüklüyor kullanıcılar ama yine de ben şarkının tam, orijinal halini bulamadım. TK'nın sesiyle oynanmış halleri mevcut yalnızca. Olsun, siz de akustik versiyonunu dinleyin. Tokyo Ghoul'u animesinden takip edenler ikinci sezonun sonundaki sahneyi hatırlayacaktır, eminim. Oyyy oyyy! Hayır, duygusallaşmadım. Yalan. :(


























Fotoğraftaki, o güzelim şarkıları söyleyen kişi, Toru Kitajima. Japonlara ve Japon kültürüne pek aşina olmayan arkadaşlar sesinden onu bağyan zannedeceklerdir. O nedenle peşin peşin ben koyayım arkadaşın fotoğrafını. Yoksa sonradan "Sesine aşık oldum erkek çıktı" vari durumlar olmasın. Var örnekleri günümüzde.

Kendisi her ne kadar 2005 yılındaki Türkçe rock akımından nasibini almış, yeni yeni ünlenmeye başlamış bir rock grubu üyesi gbi dursa da deli bir özgeçmişi var.

Böyle de alçakgönüllü insanlar işte Caponlar.

Oh, bugün de övdüm Caponları.



Tokyo Ghoul:re 58. Bölüm İncelemesi

DİKKAT DİKKAT! BU YAZI YALNIZCA TOKYO GHOUL:RE'Yİ TAKİP EDENLER İÇİNDİR. 

"Animesini izledim zaten" diyen arkadaşlar olabilir. Onları da dışarı alalım lütfen. Tokyo Ghoul:re'de daha üç sezonluk malzeme var henüz animeye uyarlanmayan.

Hadi kış kış!!! Biz, Tokyo Ghoul:re'yi takip edenler olarak çok eğleneceğiz. Hıh!


Eveeet, Tokyo Ghoul:re'yi takip edenler olarak baş başa kaldığımza göre biraz daha  rahat davranabilirim.

Ay hayatımda ilk defa katıldığım bir teori doğru çıktı! Bizim Kaneki Eto'yu ikiye bölünce doğal olarak yabancı forumlarda tartışmalar almış başını yürümüştü. Bayağı bayağı birbirine "Baka!" diyen bile çıkmıştı Eto'nun akıbeti üzerine yapılan yorumlarda. O derece yani!




Bu yorumlarda öne çıkan teoriler ise;

1- "Eto kendini Kaneki'nin hafızasının yerine gelmesi için feda etti. Tsukiyama bu yükseklikten düşen bir ghoulun yaşayamayacağını söylemişti. O zaman Eto kendi ölümünü seçti" (Bu mantıklı bir teori)

2- "Eto böyle bir şey olacağını öngöremedi. Kaneki'nin onu öldürmeye çalışacağını düşünmemişti. Eto Kaneki'den çok daha güçlü. Kaneki'nin atağını beklemediğinden hazırlıksız yakalandı ve öldü. One-Eyed King artık Kaneki olacak" (Bu biraz fazla hayalperest gelmişti bana açıkçası)

3- "Eto, Kaneki'yi sevdiğini söylediğinde, Kaneki'nin onu öldürmeye çalışacağını pekala biliyordu. Eto'nun Tsukiyama Ailesi Operasyonu'na gelme sebebi başından beri Kaneki'ye hislerini açıklamak ve ona kendi "kakujasını" yedirip Kaneki'yi daha da güçlendirmekti. Kanae'nin Kaneki'den nefret ettiğini biliyordu. O nedenle Kanae'ye ona tapması (!) karşılığında kendi iyileşme gücünü verdi -büyük ihtimalle Kanae'ye kendinden bir parça yedirdi- ve Kaneki'ye saldırması için cesaretlendirdi. Kanae de boş durmadı tabii. İlk fırsatta Kaneki'nin sağ kolunu koparttı. Haise alt kimliğindeki Kaneki bu şokla yeniden Kaneki haline döndü ve tam o anda  Eto gökten zembille iner gibi bindi tepesine hepsinin. Eto binadan düşse bile yara almayacağını biliyordu. Amacı ölüp yerine Kaneki'yi geçirmek değil, Kaneki'ye kendini yedirip güçlerini denkleştirmek ve birlikte dünyanın ..ına koymak" (Çok detaylı olmakla birlikte en mantıklı teori buydu. Biraz "long shoot" idi ancak Eto gibi güçlü bir karakter öyle kolay kolay öldürmez kendini. Hem de kurguya lazım ve Tokyo Ghoul okurları Eto'yu pek seviyorlar. Ben de dahilim bu gruba)



Eto'nun planının Kanae'yi yakalayıp ona işkence ettiği ve "bir şey karşılığında ona tapmasını" söylediği zaman  başladığını, yavaş yavaş ilerlediğini ve en sonunda, Tsukiyama Building'in çatı katında, Eto Kaneki'ye onu sevdiğini söylerken de climaxe -doruk noktasına- ulaştığını gördük. Planın son aşaması ise Kaneki'yi bir şekilde tahrik edip -sinirlendirme anlamında şeettim- ona yenilmiş numarası yapmaktı.


 Bu herkesi şok eden olaydan sonra (kimse Eto'nun ortaya çıkıp böyle bir şey söyleceğini beklemiyordu) okuyucuların bir kısmı Kaneki'nin CCG'yi terk edeceğini ve Arima'yı öldürmeye çalışacağını savunmuş, diğer bir kısmı ise hafızasının yerine geldiğini belli etmeden Kaneki'nin CCG'de çalışmaya devam edeceğini ve aynı Eto gibi, planını ince ince işleyeceğini söylemişti. Ben ikinci taraftaydım ve görünen o ki bu konuda da kazandım!


Tsukiyama'yı, geçmişlerini hatırlamış olmasına rağmen gözü kapalı aşağı atan Kaneki'nin tam bir kötü adama dönüştüğünü düşündü yine birçok kişi. Buna kesinlikle katılmıyorum. Eto'dan arta kalanları yerken CCG'ten Ui Kaneki'yi görmüştü hatırlarsınız. Tsukiyama ise o sırada çatıda, Kaneki tarafından bıçaklandığı için sersemlemiş durumdaydı. Kaneki'nin ise, hafızasının yerine geldiğini çaktırmamak için Tsukiyama'yı öldürmekten başka çaresi yoktu. Eh, o kakujayla Tsukiyama'nın altından girip üstünden çıkabilirdi. Ancak kendisine yaşaması için bir şans verip, Tsukiyama'yı tutup çatıdan aşağı attı. 58. bölümde de gördüğümüz gibi, Tsukiyama Kanae sayesinde sağ salim kurtulmuş bu düşüşten. Babası da sağ hatta. Tam aile saadeti!

58. bölüm son on bölümdür alıştığımız gibi aksiyon üzerine aksyion içermese de, çok önemli bilgiler veriyor bize. Bir geçiş bölümü olduğundan ileride olacakları anlayabilmek için bu bölümü de çok iyi anlamak gerekli.



Shuu Tsukiyama'yı kurtarmak için Hori, diğer ghoullardan yardım istediğini itiraf ediyor. Yarıdm eden ghoullar kim olacak? Tabii ki bizim Anarşik Aogiri Tree! Tsukiyama'yı kaçırmak için gerekli minibüsü ayarlarken bir yandan da diğer araçlara saldırıyor Aogiri Tree ve içinde Shiruzu'nun cesedinin bulunduğu araç da kaçırılıyor.


"Aorigi'nin CCG'nin yollarını nasıl bildiği ise hala bir sır"

Demek oluyor ki, CCG'de bir köstebek var! Şu an kim olduğunu bilmiyoruz. Bizim Kaneki bile olabilir. Kaneki'nin kafasında ne var, tahmin edemiyorum şu an. Herif habire kimlik değiştiriyor. Ah Ishida ah! Çektirmediğin eziyet kalmadı şu çocukcağıza!

Hoop bir sahne sonra, Shirazu'nun çalınan cesedinin üzerinde deneyler yapıldığını görüyoruz. Aogiri Tree için çalışan insan ve ghoul doktorlar Q'ler üzerinde yapılan, Kakuhou'yu insan bedenine yerleştirme işlemini inceleyip, bunu çok daha ileriye götüreceklerinden bahsediyorlar. Shirazu öldü. Shirazu'nun öldüğünü bilen ve cesedinin çalınması için Aogiri'ye yardım edebilecek olan çok az sayıda CCG üyesi var ve aralarından bir tanesi köstebeğimiz.


İki sahne sonra ise Eto'yu banyosunda, yeniden çıkan ayak parmaklarını oynatırken görüyoruz.

"O küçük, tatlı kolun yerine geldi mi?"

"Merak ediyorum, beni yemek hoşuna gitti mi?"

"Ka-Ne-Ki-Kun"

Eto bir yandan Aogiri Tree'nin yaptığu yarı-ghoul yarı-insan deneylerini destekliyor, bir yandan da boş bulduğu anlarda Kaneki Ken takıntısını sürdürüyor gibi duruyor. Öyle durduğu yerde durcak bir hatun değil Eto. Çat diye çöküverir ümüğüne milletin bir anda. Bu endnele onun hakkında da tahmin yapamıyorum.




Eto ile olan kavgasından sonra Associated Special Class rütbesine yükseltilen ve Q Squad'ın liderliğini bırakan Kaneki'yi diğer CCG üyeleri ile birlikte Aogiri Tree üyelerini avlarken görüyoruz. Kaneki'nin kakujasının artık gözleri ve -sanırım- bir ağzı var ve Aogiri üyesi Ghollar onu "The Black Reaper" olarak çağırıyor.

Aogiri Tree üyelerini öldürme emri verilen ve bu emri gözü kapalı gerçekleştiren "The One-Eyed Inspector",  Haise Sasaki aka Kaneki Ken'in daha neler yapacağını ileriki bölümlerde göreceğiz.


Benim düşüncem Kaneki'nin ortada ne Aogiri Tree ne de CCG üyesi bırakmayacağı, yeni bir grup kurup geri kalanları çata pata öldüreceği yönünde.

Hadi hayırlısı!













Anime /Manga Önerileri 14: Ghost Hound

Tür: Doğaüstü, psikolojik gerilim, bilimkurgu



Serial Exeriments Lain'den tanıdığımız Ryutaro Nakamura'nın en çok ses getiren işlerinden Ghost Hound. Nakamura Amca 2013'te, henüz elli sekiz yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Yummasaydı eğer eminim daha çook "beyin patlatan" anime izletirdi bize. Bir animesi daha var yazmadığım, onu da yazıp "Nakamura Üçlemesi" yapmayı planlıyorum.




2007-2008 yılları arasında, Lain'den dokuz yıl sonra gösterildi Ghost Hound. Valla ne yalan söyleyeyim, Nakamura'nın tarzı dokuz yılda hiiiç değişmemiş. Maşallah yine ilk on bölüm hiçbir şey anlamıyorsunuz. Gerçi Lain'i izlediğimde yalnızca kafam karışmıştı. Sonraısnda ise bir "Vaaay!" çekmiştim. Ghost Hound'u ilk izlediğimde ise tırsmıştm bayağı. O tırsma hali ise son bölüme kadar devam etmişti. Değişik bir anime anlayacağınız. Eğer karmaşık kurgulu, içinde astral seyahat, Nörolojik ve Psikiyatrik terimler geçen, soğuk bir anime arıyorsanız tam yerine geldiniz. Haaa "Yok ya sevmem ben öyle uçmalı üfürmeli şeyler" diyorsanız hemmen sizi One Punch Man veya Noragami yazılarıma yönlendireyim. Hiç içinizi daraltmayın.




Henüz küçük yaşlarda başlarından travmatik olaylar geçmiş olan ve Kyushu adlı küçük bir kasabada yaşayan on dört yaşındaki üç erkek çocuğu üzerinden anlatılıyor hikaye; Tarou, Masayuki ve  Makato.


Henüz üç yaşındayken, ablasıyla birlikte kaçırılan ve bu kaçırılma sırasında -yedi yaşındaki- ablasını kaybeden ve olayla ilgili hemen hiçbir şey hatırlamayan Tarou, "Lucid Dream" yöntemiyle  kaçırıldığı ana dönmeye çalışmaktadır. Bir şekilde ailesinin bu kaçırılma olayına karıştığı düşünülen Makoto ve Tokyo'dan transfer öğrenci olarak gelen Masayuki de Tarou'nnun bu uçma- her şeyi görme eylemlerine katılır ve hep birlikte "Hayırdır inşallah"lık maceralara atılmaya başlarlar. Tarou'nun pskiyatrı, Masayuki'nin Kyusu'daki Nörobiyoloji labratuvarında çalışan babası, Makoto'nun bir mehzebin lideri olan babaannesi derken ruhlar, hayaletler, tanrılar, vücutları ele geçirmeler, genetik deneyler, bilim, sanat, arkeoloji, sakız, çekmece, tavşan, kirpi, defter... Ay her şey birbirine karışıyor! İleride "Uyumadan Önce İzlenmemesi Gereken On Anime" gibi garip bir liste yapmaya kalkışırsam herhalde birinci sırayı Ghost Hound alır. Lain de ikinci olur. Ghost Hound'ı, Lain'den ayıran en büyük fark, içinde çok sayıda karakter barındırması. Lain, tamamen Lain üzerineyken, burada onlarca hikaye birbirine giriyor ve bir süre sonra hem astral seyahat hakkında veirlen bilgileri, hem hayalet, tanrı, ruh olaylarını, hem nörolojik terimleri hem de psikolojik hastalıkların tanımlarını hem de tüm karakterlerin hikayelerini bir arada tutamamaya başlıyorsunuz. Sonlara doğru işin içine bir de Kuantum Fiziği giriyor ki "Ah ah bu eksikti al!" demiştim izlerken. Neyse ki çok girmediler işin içine de beynim kulaklarımdan akmaktan kurtuldu. Biraz akmış da olabilir.



Bir de belirtmeden edemeyeceğim, Sherlock'un ikinci sezonunun ikinci bölümündeki o "Gigantic Hound", boigenetik seneylerin yapıldığı yasak bölüm mölüm bana Ghost Hound'u hatırlatmıştı. Sherlock Holmes'ün o hikayesini okumadığım için de hangi hikaye diğerinden önce yazılmış onu bilemiyorum. Ancak Ghost Hound, astral seyahat ve psikoloji konularında Sherlock'a göre apaayrı bir yol çiziyor. Sonları da alakasız olduğundan spoiler vermiş de olmadım. Oh, mutluyum huzurluyum Küfür yemeyeceğim.











Anime / Manga Önerileri 13: One Punch Man

Tür: Aksiyon, macera, gerilim, fantastik, doğaüstü






One Punch Man önerim  ile ilgili herhalde "önerinin önerisi" diyebilirim. O kadar çok farklı mecradan o kadar çok kişi tarafından "İzle bak" sözüyle bu mangaya -animesi de var- itelendim ki, "şahsi önerim" diyemiyorum. En iyisi "kolektif önerimiz" deyip kurtulayım işin içinden.

Aslında ilk sezonununn bitmesini bekliyordum izlemek için. Tembellik ediyordum hani. Ancak yarı-Japon bir arkadaş mangasını okuduğunu ve hikayeyi ok beğendiğini söyleyince, önceki önerileri de hesaba katarak "Sonuçta ucundan Capon. Vardır bir bildiği" dedim ve başladım hem animeye hem de mangaya. Mangasını heeer zaman olduğu gibi önde tutuyorum. Arkadş bir insan bu kadar mı yaratıcı ve espirili olur çizim konusunda? Eveti çizim. Aynı tarz çizgiler görmekten sıkılmış olan şahsıma ilaç gibi geldi valla!



İlk önce belirteyim de unutmayayım; One Punch Man öncelikle "Webcomic" olarak başlamış, sonradan mangası çıkmış, en son ise animesi yapılmış bir seri. Yani sırasını bilelim de önceden, sonradan bir sorun çıkmasın.

Animesinin ilk sezonu bu hafta bitecek. Yaratıcısı ONE -mahlas tabii- Twitter hesabından hikayeyi biraz daha hızlı yazmaya çalışacağını açıkladı. Yani bu kadar büyük sükse yapmışken animenin ikinci sezonunun gelmemesi imkansız. Ayrıca mangasında bulunmayan konuları işleyecek olan  6 OVA'sı çıkacak. One Punch Man hayranlarının "OLEEEY!" dediğini duyar gibiyim.




İtiraf edeyim, One Punch Man'in mangakasının Yusuke Murata olduğunu bilmiyordum ve "Ya çizgiler Takeşi Obata'nın çizgilerini anımsatıyor yeaa! Senseisi -ustası- olduğu bir tip çizdi herhalde yeaa!" dedim kendi kendime ilk volümde. Buradan Murata'ya seslenmek ve kendisinden özür dilemek istiyorum. Bu denli yaratıcı ve kendisi sensei olan bir mangakaya denmeyecek şeydi. Kendisi alınmış olabilir sözlerimden. Evet.



One Punch Man kısaca, henüz yirmi iki yaşındayken beyaz yakalı dünyaya "..."tiri çekmiş ve kahraman olmaya karar vermiş Saitama adlı bir arkadaşımızın başıdan geçenleri anlatıyor. Süper kahraman olmaya karar vermiş ve bu uğurda üç yıl. KOOSKOCA ÜÇ YIL! Çalışmış olan Saitama, insanın kendi gücünün yeterli olmadığını düşünen ve "ek yardım talep eden" şahslara bir tepki olarak doğmuştur adeta. Evet, Saitama'nın olduğu dünya, çeşitli yaratıklar, robotlar, evrim geçirmiş değişik değişik varlıklarla doludur. Bu maceralar sırasında Genos adlı, beyni dışında her bir yeri mekanik olan on dokuz yaşındaki bir gençle karşılaşır. Kendisini "Usta" diye çağıran Genos'u da yanına katarak Saitama kendi tarzında  olaylara müdahale etmeye başlar. Bu sırada da onlarca kahraman, anti-kahraman, villain ve yaratıkla karşılaşırız. Sanırım benim favorilerim, yine en çok önce çıkanlardan Sonic ve Tatsumaki.



Ay aynısı ahhahahah


Manganın -dolayısıyla animenin de- çizimlerinin orijinlliğinden bahsetmiştim. Özellikle Saitama ve Tatsumaki'nin çizimlerinin sadeliği ve karakterlerin duygulanımlarının yansıtılış şekli tek kelimeyle mükemmel! Hele ki Saitama'nı kahraman olma hayallerine dalmadan önceki ve üç yıl sonraki hallerinin çizimlerinin arasındaki fark, Saitama'nın "sadeleşmesi" filan yani ne diyeyim, çok güzel çok! Hikayesi güzel, ancak çizimler ayrı bir efsane!   Böyle şeyler lazım bize de. Ben destekliyorum.




Bu arada belirtmeden edemeyeceğim; Sonic ile canım ciğerim Yatogami'm çizim olarak ne akdar da benzeşiyor! Karakterler her ne kadar benzeşmese de Yao ve Sonic arasındaki benzerlik yadsınamaz. Eh, Yato'nun iki çizerinin de kadın olduğunu düşünürsek, ONE'ın kadın, hem de Yato'nun yaratıcılarından biri olabileceğine ihtimal vermiyorum. Kendisi daha çok Genos ancak amacı Saitama olmak olan genç, hırslı ve cesur bir arkadaşımız bence. Tabii kadın da çıkabilir ONE, şimdi bilmiş bilmiş konşuup sonradan kızarmayayım.

Bu Sonic

Bu da Yato- chan-kun-gami artık ne derseniz (:




Neyse benim tüm bunları yirmi kelimeye sığdırmam lazımdı ancak başaramadım. O yüzden kısa keseyim.

En iyisi siz One Punch Man'i okuyun. En olmadı izleyin. Pişman olmayacaksınız.