Netflix'te Yayımlanacak 5 Muhteşem Anime

Çoktandır "Netflix'te rastgele bakınırken şöyle şöyle bir animeye denk geldim, müthişti!" laflarını duyuyorum. Ben de Apple sevdalılarından sonra artık sıkça gördüğümüz Netflix fanlarına bir liste hazırlayayım dedim ki öyle rastgele rastgele dolaşmasınlar, gittikleri yolu bilsinler. Bir ışık, bir umut olayım o yürüdükleri karanlık yolda istedim. Çok şey mi istedim? Tamam sustum. Bu animeleri Netflix daha yeni duyurdu. Benim tavsiyem, her biri Netflix'e düştükçe sırayla izlemeniz. Liste aşağıda, buyrooonz:


1) A.I.C.O. Incarnation

The Brust adı verilen büyük bir kazadan sonra ailesini kaybeden Aiko adındaki bir kızın hikayesini anlatan Bones Studio yapımı anime geleceğin Tokyo'sunda geçiyor. 

Kazadan iki yıl sonra The Brust'ın sebebinin ne olduğunu anlayan ve bu "sebebi" kendi gövdesinde saklamaya başlayan Aiko'nun hikayesi Netflix'te İlkbahar 2018 sezonunda bizimle buluşacak. (Su Tunç bunu beğendi)






2) Kakegurui


Kakegurui çoktan Japonya'da gösterime girdi, sayesinde de biz nemalandık. Hatta hakkında bir yazı da yazdım ben geçtiğimiz ay: http://www.sutunc.com/2017/07/anime-ve-manga-onerileri-84-kakegurui.html  

Kumar, mücadele ruhu ve kafası kırık hatunlarla dolu Netflix orijinli bu animeyi 2018'de izleyebilirsiniz. O zamana kadar dayanamazsanız malum ortamlardan da rahatlıkla bulabilirsiniz tabii! Kıps kıps xxxx








3) Cannon Busters


Bu Netflix animesinin yapımcılarının tamamı yabancı! Anime sektörünün uzun yıllar boyu Japonların tekelinde olduğunu, Japonların bu tekeli korumak için ellerinden geleni yaptığını düşünürsek Cannon Busters bu alanda ses getirecek yapımlardan biri olacak gibi görünüyor. Devrimsel bir anime olduğunu zannetmiyorum, ( hemen hevesiniz kırılmasın aman) ancak hikayesi güzele benziyor.

Arkadaşlık etmeye programlı S.A.M. isimli bir robotun iki diğer robot ile birlikte veliaht prens olan en yakın arkadaşını aramaya koyulduğu bu anime 2018'de yayımlanacak.






4) Children of the Whales


Dünyayı okyanuslar ve kumlar sarmış, ortalıkta ise yalnızca 513 kişi kalmış! Mud Whale adı verilen ıssız bir adada yaşayan bu 513 kişinin hikayesi, animenin renkleri ve tasarımı güzel görünüyor. Valla ben izlerim bu animeyi. O da diğerleri gibi 2018'de yayımlanacak.





5) Lost Song

Bu orijinal Netflix yapımında iki kadın baş karakter bulunuyor. Biri köyde yaşayan cıvıl cıvıl bir kızken diğeri kalabalık ve yoğun bir şehirde ikamet eden bir "femme fatale". İkisinin ortak özelliği ise özel güçlere sahip olmaları. Bu iki genç kadın da yaşadıkları "krallğı" tehdit eden savaşa karşı güçlerini kullanarak mücadeleye dahil olacak!
Baş kahramanı güçlü kadınlar olan animeleri kayırdığım doğrudur. 
12 bölümlük bu anime 2018'de Netflix ekranlarıyla buluşacak.




Anime / Manga Önerileri 89: Monster



Hani bazı şeyler vardır; o kadar çok seversiniz kimmmmsecikler bilmesin istersiniz, size özel kalsın. Hah, Monster da benim için aynen öyle. Gerçi daha önce sosyal medya hesaplarımdan "Monster izlemeyen / okumayan kalmasın" tarzı şeyler çok yazdım ancak iş sitemde yazmaya gelince bir türlü elim gitmedi. Sonunda ""Haydi bir cesaret!" dedim ve başladım hakkında yazmaya. Kötü oldu haydi bir cesaret demem de şimdi kafamda "Sen de taşın altına koy eliniiiiiiii!" diye Zeynep Casalini'nin şarkısı dönüp duruyor. Monster nire Zeynep Casalini nire? Şarkının sözlerini de Sinan Akçıl yazmış hatta. Evet, Johan Liebert ve Sinan Akçıl'ı aynı yazı altında birleştirmiş bulunuyorum. Tebrik çiçeklerini adresime yollayabilirsiniz. Sağolun varolun....

Henüz Monster dünyasına girmemiş olanlarınız için bu uyarı; daha önce bildiğiniz tüm villain'leri, antagonistleri unutun. Çünkü Johan Liebert o ölü balık türünden mavi gözleriyle yalnızca dik dik bakarak bizlere "Birinci belli ikinci kim?" diyor. Tabii Johan'ın ağzından öyle laf çıkmaz ama gözlerinden çıkar belki. Tamam sustum.



En az beş kez izlediğim, farklı farklı dillerde (Fr / Eng / Tr) birkaç kez okuduğum bu şaheser hakkında yazmaya geldi sıra.

Naoki Urasawa'nın bu ünlü eseri 1986 Almanya'sında, genç ve becerikli beyin cerrahı Kenzo Tenma'nın beyin ameliyatı gerçekleştirerek kurtardığı ikizlerin (aslına bakarsak, ikizlerden erkek olanı ameliyat ediyor) hastaneden kaçmasıyla başlıyor.


İdealist bir doktor olan Tenma, üslerinin karşı çıkmasına rağmen -aynı anda hastaneye gelen önemli birini ameliyat etmesi gerekmektedir normalde- çocuğu ameliyat eder ve bu ameliyat Tenma'nın o zamana kadar ilmek ilmek ördüğü kariyeri de çöpe gider. Ancak bu durum uzun sürmez. Hastanenin önde gelenleri şüpheli bir şekilde ölür (?) ve Tenma hak ettiği yere, zannettiğinden çok daha kısa sürede ulaşır.

1995 yılına geldiğimizde ise Almanya'nın öldürülen yaşlı çift vak'alarıyla sarsıldığını görürüz. Hırsızlık süsü verilen bu cinayetlerin altında yatan asıl gerçeğin ise belli bir kişinin yüzünü tanıyan herkesi ortadan kaldırmaya çalıştığını, dehşet verici bir şekilde öğreniriz. Bu kişi, O canavar, yani Monster'dır.



Bir anda kendini 1986 yılındaki hastane personeli ölümleri ve aile cinayetlerinin bir numaralı sanığı olarak bulan Doktor Tenma, onu suçlu duruma düşüren Canavar'ı yakalamak için kolları sıvar ve aynı o Canavar gibi bir kaçak hayatı yaşamaya başlar. Tenma bu yolculuğunda Canavar'ı "Canavar" yapanın ne olduğunun sırrına vakıf olacak, işin içine Nazi Almanyası deneyleri de karışınca ortalık iyice şenlenecektir.

Hikayenin çoğu Almanya'da geçtiği için arada bol bol Türk ögelerini de gördüğümüz Monster'da -ki bence Türkleri en iyi ve en doğru şekilde anlatan / karakterize eden yapımdır- Almanya'nın çeşitli şehir, köy ve kasabalarından ve Çekoslovakya'ya -o zamanlar öyle tabii- uzun bir yolculuğa çıkarız.


Dolu dolu bir hikaye ve onlarca kahraman ihtiva ettiğinden bir kez izlemenin veya okumanın yeterli olmayacağı Monster için zaten "Niye bitti ki? Baştan seyredeyim bari"  diyeceğinize eminim. Tabii Sword Art Online tarzında bir tempo ve renk cümbüşü beklentisiyle başladıysanız o ayrı, ağır atmosfer ve karmaşık kurgu bir süre sonra sizi sıkabilir.

Yine de Monster bir başka, Monster süper, Monster hüper ve de Monster düper <3








Black Clover Animesinin İlk Trailerı Yayımlandı!



Weekly Shounen Jump'ın ünlü mangası Black Clover sonunda animeye uyarlanıyor! Tokyo Ghoul uyarlamaları oldukça tartışmalı olan stüyo Pierrot tarafından ele alınan -Naruto, Boruto ve Bleach yaptık diyor adamlar ancak Tokyo Ghoul faciasını unutmamakta fayda var- anime versiyonunun aşağı yukarı nasıl olacağını Black Clover severler trailerdan çıkartabilir.

Bir Shingeki no Kyojin efsanesi beklemiyorum ben şahsen. Animesi mangasından güzel olan kurguların sayısı zaten bir elin parmaklarını geçmez. Ancak animeler hikayenin tanıtılmasına ve geniş kitlelere ulaşmasına imkan veriyor ve bu sayede birçok kişi animenin uyarlandığı mangayı da okumaya, mangakayı takip etmeye başlıyor. Black Clover'ın da bu şekilde ününe ün katacağından eminim.


2017 sonbahar animeleri arasında yer alacak olan Black Clover'ın ekim ayında gösterime girmesi bekleniyor.

Black Clover'ın 27 dakikalık özel bölümü geçtiğimiz yıl kasım ayında ekranlarla buluşmuş ve genel olarak pozitif geri dönüşler almıştı. Ancak belirteyim, o uyarlama Xebec stüdyosuna aitti ve seiyuu'ları tamamen farklıydı. Gerçi bu versiyonda Asta ve Yuno'nun seiyuuları (Asta: Gakuto Kajiwara, Yuno: Shimazaki Nobunaga) cuk oturmuş gibi geldi. İlk trailerda duyamadık gerçi ancak ikisi de sevdiğim seiyuular. Bakalım nasıl olacak!

Trailer:







Anime / Manga Önerileri 88: 18if



Yaz animeleri dolu dizgin devam ederken ben de aralarından seçtiğim nadide eserleri (eser çok abartı oldu galiba ama idare ediverin) burada paylaşıyorum. 18if de 2017 yaz animeleri arasında en underrated kalanlardan.

Diğer yaz animeleri:

Mahoutsukai no Yomehttp://www.sutunc.com/2017/08/anime-ve-manga-onerileri-86-mahoutsukai.html

Kakegurui: http://www.sutunc.com/2017/07/anime-ve-manga-onerileri-84-kakegurui.html

Anime, açılış müziği ile zaten sizi kendine çekiyor, bambaşka bir dünyada buluyorsunuz kendinizi. Konusu ise sık sık anime izleyenlerin aşina olduğu, ancak bu dünyaya şöyle arada bir dalıp çıkanlara oldukça ilginç gelecek türden; virtual reality. Gerçi burada kahramanımız Tsukishiro Haruko rüya halindeyken başka bir boyuta geçiyor -kırmızı bir kapı sayesinde- ve burada gerçek hayatta gerçekleştirdiği eylemlerin fantastik ögelerle süslenmiş halleriyle karşılaşıyor. Aslen mobil oyun olan ve virtual reality versiyonu da bulunan 18if'i animeye uyarlayan stüdyo ise Ginzo.



Gerçek hayatta çözemediği meseleleri bu VR / rüya halinde çözmeye çalışan ve başına ne gelirse gelsin -çok afedersiniz, kolu bacağı kopuyor çocuğun, başına gelmeyen kalmıyor- toplama bilgisayar gibi yeniden bir bütün olan Haruko'ya gerçek hayatta bir araştırmacı olan, kedi-adam avatarlı Katsumi Kanzaki eşlik ediyor.


Sword Art Online ile Alice in Wonderland karışımı bu hafiften saykodelik anime yaz aylarında kara kara ne izleyeceğini düşünenler için bire bir!

Muhteşem Yüzyıl Japonya'da!



UYARI! Lütfen bu yazıyı arkada Mehter Marşı çalarken okuyunuz!

Şaka tabii yapmayın lskdldkdk ya da yapın ayol bana ne! Sultan Süleyman'ın namı Japonya'ya kadar gitmiş biz mi eğlenemeyeceğiz?

Şaka bir yana, içerikleri kendi ürettiği için dünyanın en zor pazarı olarak görülen Japonya'da Hürrem'in "Sülüman" sesleri yankılanacak, daha ne olsun?


Ver mehteri!

Edit: Trailer'ı buldum! Lililililili!


Bu Cumartesi İstiklal'de Anime ve Manga Workshop'u Var!



Merhabalaaaar! Bu cumartesi, yaani 19 Ağustos 2017'de Anime ve Manga Workshop'u gerçekleştiriyoruz!

Birçok Capon da görebileceğiniz Shuumatsu Mini Festival kapsamında gerçekleştireceğimiz bu workshopa hepiniz davetlisiniz!

Workshop 17:00-19:00 arası gerçekleşecek! Uzuuun zamandır durgunduk bu sebepten ben de özledim sizlerle buluşmayı <3

Workshop yine önceki standartlarda olacak. Mangaka Ali Toğlukdemir ve gensakusha -manga yazarı- Su Tunç -o ben olsam bari- sizlere kısa bir Anime ve Manga'ya Giriş 101 dersi verecek!

Yaalnız belirtmem gerek, bu "Japon" festivali biraz büyükler için, yani suşi, o ,bu, şunun yanında alkol de olacak. O sebepten bilerek gelmenizde fayda var. Tabii bizi elimizde viskilerle filan beklemeyin. Yalnızca ortamda olacak. Ama ben yine de diyeyim de sonra ananız babanız dövmesin bizi. Yaşınıza uygun bir yerlerde yine yaparız biz workshop, merak etmeyin <3

Ayrıca fırsattan istifade diyeyim; Manga Tasarım ve Kurgu Atölyesi 22 Ekim'de yeniden başlıyor! Kayıtlar için Kadıköy Karikatür Evi'ne (http://kultursanat.kadikoy.bel.tr/tr/kultur-merkezleri/karikatur-evi) başvurmanız yeterli!

Shuumatsu Mini Festival'de ayrıca kimler olacak şuraya şöyle bırakayım:

Masato Matsumoto (Berlin, Tokyo) 
Satoru Ogawa (Berlin, Osaka)
Takumi Fukuda (Paris, Tokyo)

Alan K 

Aray
https://soundcloud.com/aaray76

Arın Arıman
https://soundcloud.com/universe7en

Arif
https://soundcloud.com/arifbh

Arman Akıncı
https://soundcloud.com/armanakinci

Batu Güler
https://soundcloud.com/baertaub
https://www.facebook.com/Baertaub/

Becky Fr
https://www.facebook.com/beckyfromrugrats/

Birkan Özkol

Burçin & Anıl

Demet Özkaya

Ekrem Şenol

Emir Kaynak (Human Resources Label)
https://soundcloud.com/emirkaynak
https://www.facebook.com/mremirkaynak/

Emrah Yalçın
https://soundcloud.com/emrahyalcin

Emre Duman

Emre Şenol
https://soundcloud.com/emresenol-1

Günce Aci
https://soundcloud.com/gunceaci

Görkem Çay

Gurhan ( DeepClassRecords,Itom Records)
https://soundcloud.com/grhn
https://www.facebook.com/Gurhan.official/

Hello Alien a.k.a sitDOWN (Blackout-TR)
https://www.facebook.com/helloalienhello
https://soundcloud.com/helloaliens

Holopine & Ken Park

Kaan Serdengecti

Mr. Lover Lee

Pars
https://soundcloud.com/ersanpars

Semih Akay
https://soundcloud.com/semihakay
https://www.facebook.com/semihakay00

Tolga Duyan
https://soundcloud.com/tolgaduyan

Ugur Project

Wolfson
https://www.facebook.com/OfficialWolfson/

Su Tunç: Manga auther, Blogger
Ali Toglukdemir: Manga artist, Designer








Anime / Manga Önerileri 87: Koe no Katachi (A Silent Voice)



İşte karşınızda beş yılda bir izlemeniz gereken bir anime film. Süresinin 120 dakika olduğuna aldırmadan, mutlaka ama mutlaka izlemeli ve -eğer mümkünse- başucu eseri olarak -e, hep kitap olacak değil ya başucu eserleri!- bir kenara koymalısınız.

İşitme engelli Shouko Nishimiya ve Nishimiya'ya yaptığı zorbalıklarla kızcağıza okul hayatını zindan eden Shouya Ishida'nın değişimlerle dolu hikayesini dediğim gibi beş yılda bir, olgunlaşıp olgunlaşıp yeniden izlemek gerek.

Bu tavsiyeyi sevdiği kitapları birkaç yılda bir eline alıp yeniden yeniden okuyan biri olarak veriyorum. Bu filmi de ilk izlediğiniz zamanki yaşınız ve bakış açınızla anladıklarınızla yıllar sonra izlediğinizde anlayacaklarınız çok farklı olacak.

"Kendini sev", "Love Yourself" mottosuyla hareket eden animede yalnızca Nishimiya ve Ishida değil, yan karakterler de büyük değişimler geçiriyor.


Bu güzel kurguyu "çok güzel" bir film haline getiren ise işleniş şekli. Açıların tamamı o sekans boyunca hangi karakterin bakış açısından hikayeye bakmamız isteniyorsa o şekilde, son derece başarılı bir biçimde ele alınmış. Baş karakterlerden birinin sağır olduğunu ele alırsak, bu hiç de kolay bir iş değil!

Yeri geldiğinde Nishimiya oluyor ve etrafımızdaki seslerden azade, hikayenin akışını anlamaya çalışıyoruz. Hele ki Nishimiya'nın "kelimelerle" gördüğü bir rüya var ki hoppp diye geçip gitmesine karşın yedinci sanat olarak kabul edilen sinema tarihinde yer edecek türden.

Ayrıca ünlü K-Pop grubu BTS'in üyelerinin bu filmi izlediğini ve eylül ayında çıkması beklenen albümlerinin temasını bu film üzerinden oluşturduğunu da belirtmeliyim.









Anime ve Manga Önerileri 86: Mahoutsukai no Yome



2017 Yaz animelerinden Kakegurui hakkında yazmıştım. ( Kakegurui: http://www.sutunc.com/2017/07/anime-ve-manga-onerileri-84-kakegurui.html ) Geldi sıra bir diğer güzeller güzeli yaz animesine. Miyazaki'nin Spirited Away'ini sevenler, buraya toplaşın!

Bu fantastik anime hem konusu hem de animesinin renkleri ve karakter dizaynıyla sizi içine çekecek.

Shingeki no Kyojin ve Owari no Seraph gibi iki muhteşem animenin çıktığı mutfaktan çıkıyor Mahoutsukai no Yome: Wit Studio.



Manga uyarlamalarını çok başarılı bir şekilde gerçekleştiren Wit Studio yine şaşırtmamış ve bizlere yepyeni bir görsel şölen sunmak için kolları sıvamış. Git gide ilginçleşen hikayeyle birleşince de Mahoutsukai no Yome diğer yaz animelerinin arasından hoppadanak diye sıyrılıveriyor.

Sprited Away dedim evet, ancak bana konu ve hikayenin geçtiği ortam itibariyle daha çok "Pan'ın Labirenti" filmini anımsattı Mahoutsukai no Yome. Eğer Pan'ın Labirenti'ni izlemediyseniz mutlaka izlemenizi öneririm bu arada.

1,2 ve 3. bölümleri yayımlanan ancak geri kalanı ekim ayında devam edecek olan bu animeye şimdiden başlamanızı öneririm. Sonrasında mangasını okuyabilir, ekime kadar olan süreyi bu şekilde değerlendirebilirsiniz.

Hikaye ise şöyle;

Hatori Chise çok küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş bir kızdır. Dahası, etrafında canavarlar görmektedir ve bu sebepten insanlar ona hiçbir şekilde yaklaşmak istemez. Herkesin "deli" olarak çağırdığı ve uzak durduğu Chise'nin yolu bir gün büyükçe bir ormanın içindeki bir kütüphaneye düşer.

Burada gördüğü varlıkların hayal olmadığını öğrenen Chise Elias Ainswoth isimli bir tür "varlık" (fotoğraflardaki boynuzlu abi. Zaten animeyi durdurup durdurup "Ahanda İllüminati Exposedddd!!!"dememek için kendimi zor tuttum) ona bir teklif sunar.

Chise ya bu demonvari varlığa kendini adayacak ve onun yanında sihir yapmayı öğrenecek ya da yavaş yavaş delireceği insanlar dünyasına geri dönecektir.


Chise seçimini "demon"dan yana kullanır...

İstemediği Hiçbir Şeyi Yapmayan İnsan



Bu yazı biraz kişisel olacak. Yani gerçi her yazı öyle ancak bu benim bizzat kendimin başından geçen hüper düper süper tecrübeleri de ihtiva edecek.
Kimdir efenim bu “Canının istemediğini hayatta yapmayan insan?” Baştan söyleyeyim; risk alır ve stratejik düşünce konusunda yetersizdir. Daha da kötüsü, benim de aralarına dahil olduğum küçük bir güruh stratejik düşünme yeteneğine sahiptir ancak işi pratiğe dökme konusunda yetersiz kalır. Bunu da sebebi nediiiiir? Tabii ki o düşünceler sonucunda vardığı noktaların tamamı “canının istemediği taraftan”dır.

Şööyle örnek vereyim; sanki sülalem rahatmış gibi lise sonra TM iken matematik ve geometri çalışmayı bıraktım. (Sakın siz denemeyin!) Lise üçten dörde geçtiğimiz yaz ÖSS kalktı, LYS YGS geldi. Hal böyle olunca da ben –ki matematiğimin iyi olmasına karşın- sınava bir ay kala matematik çalışmayı bıraktım. Bir ay kala evet, YGS’yi geçtikten sonra filan. LYS mat sınavının parasını da ödemiştik. Ailemin “Sınava gir bari ne olur ne olmaz” şeklindeki gayet makul baskılarını da sınav sabahı odamın kapısını kilitleyip uyuyarak def etmiştim. İşin komiği, canım sözelin “mantık” kısmına çalışmak istemediği için –hiç mantık dersi almadım, belirteyim- mantık da çalışmamıştım ve LYS’de tüm mantık sorularını boş bıraktım.

“Manyak mı bu kız? Neyine güveniyor?” diye sorabilirsiniz. Gençlikte insanın gözü daha kara oluyor, evet. Ancak bendeki durum bu değildi. Gitmek istediğim üniversiteyi ve bölümü bulmuş –iki seçeneğim vardı- ve hepsinin dört yıl boyunca vereceği dersleri, yurt dışı olanaklarını araştırmış, o bölümlere yetecek puanı yaparsam eğer kafamın rahat olacağına karar kılmıştım. Yani, boş bir “yapmamazlık” değildi. Ha, yine de saçmaydı evet ancak her insan kendi davranışlarından sorumludur ve eğer “canının istemediğini yapmama” haleti ruhiyesi de sizdeyse bu yapmamanın sonucunda karşılaşacaklarınızı ve kaybedeceklerinizi öncesinde iyi kestirmeniz gerekiyor.

Sınav sonucu ne oldu? İlk 1500’e girdim efenim. Dilediğim ikinci üniversiteyi kazandım. İşin komiği, Fransızca okutan bir liseden mezun olmama –Burak Bora Anadolu Lisesi- karşın İngilizce hazırlığı da geçtim. Benden çok daha iyi İngilizce bilen arkadaş sınav esnasında panik olduğu için geçemedi. Gerçi geçtikten sonra çat diye Amerikan öğretmenle derslere başlayınca “Ne diyor bu kadın? Ben kimim? Neden buradayım?” diye sorguladım kendimi ilk birkaç ay ancak sonra alışıyor insan işte.

Ha, belirteyim bu arada, artistliğim bununla da bitmiyor; dershanede birinci sınıfta olmama karşın “Ben ikinci sınıfın ortamını daha çok seviyorum” diyerek rehberlik öğretmeninden benim sınıfımı düşürmesini istemiştim. Çok eğleniyorduk biz ikinci sınıfta ya. Çok kral geçti benim o dönem. Rehber öğretmenine sınava son bir ay kala “Ben sözel istiyorum ya” filan da dedim adamcağızın kafasında son kalan iki üç tel de o zaman koptu işte. Laf da edemiyordu çünkü puanım düşmüyordu, yükseliyordu aksine. Genel sınavlarda ilk beşteyim ama düşük sınıftayım. Heeh yine mi geldik kafanıza göre bir iş yapacaksanız önce kimseye laf edecek söz bırakmamalısınız konusuna?  O zamanlar sol kaşımda ve dilimde piercing de vardı ve saçlarım kızıldı. Lisemden aldığım disiplin uyarılarının da haddi hesabı yoktu. Eve mektuplar geliyordu habire. Yemin ederim bu kadar artist bir çocuğum olsa cebine eroin koyar polise şikayet ederim. Öğretmenlerim ve ailem benim o artiz tavırlara iyi dayandılar. Ama işte, notların iyi olunca bir susuveriyorlar.



Üniversitede bir sorun yaşadım; bölümümün 15 yaşımdan beri gitmek istediğim ülkeyle, Belçika’yla anlaşması yoktu. Otelde animatörlük sonrasında da el işi standında turistlere dövme yapıp bilekliklerin üzerlerine isimlerini yazdığım dönemlerden beri Belçika’ya gitmek benim hayalimdi. Nedeni de Fransa gibi “overrated” olmaması ancak nüfusun %40’ının Fransızca konuşması idi. Artize bak yemin ederim yazarken sinirim bozuluyor. Neyse efenim baktım Erasmus listesindeki diğer ülkelere gidesim yok, buldum sevdiğim öğretmenlerden birini, anlattım böyle böyle “Ben Belçika’y gidecem, hayalim o benim” (Ben askere gidecem tonunda okursanız sevinirim) öğretmenim de “Bir üniversite anlaşma yapmak istiyordu bizimle ama çok anlaşmamız var diye düşünmemiştik. Onunla yapabiliriz dilersen” dedi. Bir hafta sonra baktım o bahsedilen üniversite listede. Okulun ilk –belki de son- Türk öğrencisi olarak sonraki sene Brüksel’e doğru yollandım.

Ha, bu istemediği şeyi yapmama durumu hep mi pozitif olarak döndü bana? Yöö! Blog işi örneğin, anime ve mangalar hakkında yazmaya canım yazmak istediği için başladım. Sonra baktım “Onu yaz”, “Bunu yaz,” Haçan öbüruni de yaz” filan diyor millet. Tabii bende bir mide bulantısı, ateş! “Canım onu yazmak istemiyooooo :’( :’(“ minvalinde şımarıklıklar. Ya ben dokuz yaşımda bale hocası “Sen çok irisin bale için” dedi diye sinirlenip gösteriden bir hafta önce dersi bırakıp üst katındaki gitar kursuna yazılan insanım. Bale hocası gitmiş annemle konuşmuş. “Bir hafta daha kalsın en azından,” diye. Annem de ikna edemedi tabii. Kadın her ders irisin irisin deyip duruyordu bale kursunda, gitar kursunda herkes rahat, kafasına göre Akdeniz Akşamları, Hani Benim Olacaktın filan çalıyor. Dedim kesseniz dönmem ben o baleye, dönmedim.

Anime konusunda ise ilk defa bir “okuyucu” kitlesiyle karşılaştığım için onların isteklerini de göz önünde bulundurmak zorunda kaldım. Ama zor işte a dostlar, bunca zamandır kafasının dikine gitmeye alışmış biri için zooor! Yazmak hadi neyse, ancak Youtube videoları çekmeye o kadar üşeniyorum ki anlatamam. Çekersem de o dönem canım istediği için yapıyorum. Şimdi tabii yaş aldım artık o kadar dik başlı değilim. Ancak yine de olmuyorsa olmuyor.

Neyse ki anime-manga blog yazarlığını seviyorum. Şu sıralar Güney Kore dizilerine takmış olsam da, kitap yazmayı seviyorum, takipçilerimle iletişimde kalmayı seviyorum. O yüzden çekiyorum daa nazınızı ya sevmesem yapmam <3


Evet, yazı kişisel oldu ancak bundan çıkartılacak sonuç; eğer canınız istemediği için bir şeyi yapmıyorsanız, sonuçlarına da katlanacaksınız. Bu sebepten önemlerinizi önceden alın ki sonrasında pişman olmayın. 

Güney Kore Dizi Önerisi: The Legend of the Blue Sea



푸른 바다의 전설 veya "Mavi Deniz Efsanesi" deyin, bu güzel dizi sıcak yaz aylarından bunalan bünyelere ilaç gibi gelecek!

My Sassy Girl ve My Love From the Stars'tan bildiğimiz Jun Ji-Hyun ile canımız cicimiz, hangi rolde olursa olun mutlaka işin ucunda multimilyoner olan prensimiz Lee Min Ho'muzun baş rollerinde oynadığı bu diziyi naapıyoruz? Kafadan layklıyoruz!


Güney Kore dizilerinin birçoğunda olduğu gibi bir efsane, doğaüstü güç / güçler ve tabii ki reenkarnasyon bulunmakta bu hikayemizde. Ancak şimdi eğri oturup doğru konuşalım; bu tarz tarihi-reenkarnasyonlu dizilerin pek azı gerçekten "çok iyi" oluyor. Heh, The Legend of the Blue Sea de bu çok iyiler klasmanına girecek türden.

Denizkızlarının gerçek olduğu bir dünya düşünün. Tek dokunuşlarıyla insanların hafızalarını silebilen bu ilginç yaratıklar dizimizde karaya çıkınca ayaklanabiliyorlar. Heh, bu ön bilgi olsun sonra geleceğim.

Aslında çok zengin bir CEO'nun oğlu olan ancak ailevi sebeplerden dolayı evden kaçmış ve küçüklüğünden beri dolandırıcılık yapan Heo Jeon Jae (Lee Min Ho) İspanya'dayken kaldığı odel odasına konuşmayı bile beceremeyen bir kız dalar. Adını bile söyleyemeyen kızla ne yapacağınız bilemez halde kala kalan Heo Jeon Jae bir yandan da peşine takılan gangsterlerden kurtulmaya çalışmaktadır.


Heo Jeon Jae'nin odasına dalan, nesilleri günümüzde tükenme noktasına gelen denizkızlarından biridir. Heo Joen Jae'ye aşık olan ve peşinden yüze yüze Güney Kore'ye ulaşan kız, kısa sürede bu yakışıklı dolandırıcımızın izini bulur ve olaylar başlar.

Geçmişte de birbirlerini tanıdıklarını fark etmeye başlayan çiftimizin başlarına gelmedik olay kalmaz.

Ben burada araya girip bir şey eklemek istiyorum. Heo Jeon Jae'nin ekürisinden dahi Japon hacker rolündeki Shin Won Ho ne minnoş bir insan yarebbim. Peluş ayıcık gibi, ördek gibi bir şey! Al, koy odanın bir köşesine resmen <3 <3 <3