-->

Theme Layout

Boxed or Wide or Framed

Theme Translation

Display Featured Slider

Featured Slider Styles

Boxedwidth

Display Trending Posts

Display Instagram Footer

No

Dark or Light Style

True Detective




Arada sırada izlediğim diziler hakkında da yazıyorum. Ancak True Detective'i nasıl atlamışım aklım hayalim almıyor. Cersei gibi bir ''shame walk''a maruz bırakılmadan bu utancın altından kalkayım.


Bilmeyenler için; True Detective, Amerikan HBO kanalında yayınlanan, Nic Pizolatto'nun fikir babası olduğu bir dedektif dizisi. Her sezon sekiz bölüm sürüyor ve gene her sezonda karakterler ve işlenen hikaye değişiyor.

Birinci sezon kısaca Rust Cohle ve Marty Hart adlı iki dedektifin Louisiana'daki bir grubun peşine düşmelerini konu etmekte. 

Dedektif hikayelerinden alışık olduğumuz gibi hikaye yalnızca bu ''grubun'' üzerinde dönmüyor. Bir yandan da Rust ve Marty'nin hayatlarına konuk oluyor, onları daha iyi tanıyoruz. 

Buraya kadar anlattıklarıma bakacak olursak ortada öyle çok çok farklı bir hikaye  yok. Eski hocam Pınar Kür zamanında : ''Tüm dünya üzerinde toplam 36 farklı konu var. Tüm filmler, şiirler, hikayeler, romanlar, diziler bu 36 konunun farklı biçimlerde ele alınışlarını bize gösteriyor.'' demişti. Tırnak içine alarak anlattım ancak dedikleri harfi harfine böyle olmayabilir. Ama anladınız siz anlatmak istediğm şeyi.

True Detective jeneriğiyle, çekim açılayırla, sekanslarıyla, işlenen konularıyla, karakterlerin derinlikleriyle bir bütün. Hepsi bir armoniyi takip ediyor.  Müzik de, renkler de, karakterler de hikaye debir bütünün parçası. True Detective'i sevmemizin en büyük nedeni o de o sanıyorum. Göze batan hiçbir şey yok. Her şey belirli bir akış içerisinde devinimini sürdürüyor. Hiçbir yerde zorlama yok. 

Tabii bir de Rust Cohle karakterimiz var. O da daha önce karşılaşılmamış bir karakter değil. Marty karakteri de en az Rust kadar iyi düşünülmüş ve iyi işlenmiş. İnsanların aklında Rust'ın kalmasının en büyük etkeni ise sürekli duraksıyor olması. Marty bir döngünün içerisindeyken Rust zamanı durduruyor. Düşünüyor ve fikir üretiyor.  Yaralı ve doğrucu bir karakter olmasının ise izleyicilerde bu denli büyük bir izbırakmasında minör faktörler olduğunu düşünüyorum.

Tabii her şeyini kaybetmiş, yaralı, kendi halinde, karizmatik ancak bu karizmatikliğinin farkında olmayan karakterlerin alıcısı hep olur. İnsanlar kaybetmemek için kötü bir hayatı göze aldıkları şeyleri kaybetmiş karakterleri görmekten yaklaşma - kaçma mekanizmalı bir zevk alıyor. Yani, eğer riskleri alsaydı ne halde olabileceğini hayal edip kendini bu anti kahramanın yerine koyuyuor, aynı zamanda da ne kadar boka batmış olduğunu görüp yerinde olmadığı için artı bir haz duyuyuor. ''O kadar zekisin mekisin emme, bende olan değerler sende yööök.'' gibi. 

Rust Cohle karakterinin örnekleri onlarca değil, binlerce. Ancak karakteri ben de çok seviyorum. Bunda Matthew McConaughey'nin çok büyük bir payı var elbet. Oyunculuğunu seviyorum. Ancak Rust Cohle karakterini yorumlayışını  -oynayışını demedim- daha da çok seviyorum.


Bu arada kimseye Woody Harrelson'ın canlandırdığı Marty karakterini harcatmam. Rust gibi Nihilizm kokan aforizmalar yapmıyor oluşu karakterin korkutucu derecede iyi kurgulanmış olduğu gerçeğini değiştirmiyor tabii. 



İkinci sezon için ise bir yorum yapmayacağım henüz. Sosyal medya mecralarında bu konuda gereğinden çok spekülasyon yapıldığını düşnüyorum. Alt tarafı bir dizi. Hani Yunanistan'ın, Kobane'nin geleceği değil. Ancak ben, şahsen bizzat kendim mafya-kumar filan sevmem. Ezel'i karakterleri sevdiğimden izlemiştim. Henüz ikinci sezonun ikinci bölümünü izlemedim. İkinci sezon için de sezon bitimine doğru bir yazı yazarım. 







QuickEdit

You Might Also Like

Hiç yorum yok

Infinyteam