-->

Theme Layout

Boxed or Wide or Framed

Theme Translation

Display Featured Slider

Featured Slider Styles

Boxedwidth

Display Trending Posts

Display Instagram Footer

No

Dark or Light Style

Whiplash






İzleyeli uzun zaman oldu. Bugün film müziklerini ararken geldi aklıma bloguma yazmadığım; yazayım dedim. İzlediğim zamanda daha fazla söyleceklerim vardı filmin konusu hakkında. Masanın başına oturmadan düşündüm, şimdi daha çok karakterler üzerine konuşmak istiyorum. Farkında olmadan sindirmişim hepsini bu geçen sürede. Derinlere inmeden önce filmin kısa bir özeti ile başlayayım;

Andrew dünyanın en iyi konservatuarlarından birinde okuyan-tabii bu vak'ada çalan demek daha doğru olur- gencecik bir arkadaşımız. Henüz birinci sınıfta ancak kendisi yetenekli mi yetenekli. Onun bu yeteneğini efsanevi orkestra şefi Flecther fark eder ve Adrew'un macerası bu şekilde başlamış olur.

Yalnızca en iyilerin çalabildiği, Flecther'ın orkestrasına kabul edilen Andrew'un neşesi kısa sürer. Fletcher disiplinli, asabi ve mükemmeliyetçidir. (Hatta Fletcher, Andrew'a henüz orkestraya katılışının ilk gününde sırf bu nedenden dolayı sandalye fırlatır. Neyse ki Andrew son anda eğilir ve kafasının kopup odanın diğer köğesine savrulmasından kurtulur) İyi bulduğu öğrenciler üzerine baskı yapar -ki bu baskının bir öğrenciyi intihara sürüklediği de söylenegelmektedir-


Öğrenciler, yaşamları, duyguları umrunda değildir. Tek isteği eleştirmenler tarafından Amerika'nın en iyi orkestra şefi olarak anılmaya devam etmesidir. Çok geçmeden Fletcher'ın aynı baskıyı kendi üzerinde de kurduğunu görürüz. 

Fletcher'ı oynayan ve bu rolüyle 2015 Oskarları'nda En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü'nü kazanan J.K. Simmons'ın gerek rolü gerekse tipi bana Dr. House'ı çağrıştırdı. Sanırım bunu popüler kültüre az çok aşina olan kişiler çoktan fark etmiştir. J.K. Simmons seçiminin tip olarak Dr. House'a benziyor oluşuna doğrudan bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Bilinçli veya bilinçsiz; pörtlek, ışıl ışıl mavi gözler nasıl da zeki zeki, kibirli kibirli bakıyor füv!

İki dakikada tırnağı olamayacağım iyi ustayı harcadım gibi görünüyor ancak burada söz konusu insanların ''dahi'' algılarıyla oyuncak gibi oynandığı. Henüz dün bir üniversitenin yayımladığı, mavi gözlü insanların zeka seviyelerinin daha yüksek olduğunu gösteren bir araştırmanın özetini (Times'daydı yanılmıyorsam) okudum. Zaten eğitim seviyesi, çevre, ailenin eğitim seviyesi, alınan besinler, bilinçli anne-baba vs. gibi faktörler önemli değil bu konuda. Neyse, evet. Fletcher. Agresivliği ve sevimsizliği ile House'dan kesin bir biçimde ayrılıyor. Ancak önem verdikleri şeyin yalnızca işleriolması ve bunun uğruna her şeyi, her şeyi yapabilmeleri ve hayatı bir oyun, insanları da kolayca mainpüle edilebilecek mahlukatlar olarak görmeleri harfi harfine aynı. 

Benim asıl değinmek istediğim nokta ise, her ne kadar bambaşka iki karakter gibi duruyor olsalar da, Andrew ve Fletcher'ın temalarının aynı oluşu. Andrew'un Yüksek İşlevli Otistik olduğunu filmin başından, manipülasyona açık, her kendi içinde stres yapan ve bagetleri eline bir aldı mı saatlerce çalmaya devam etmesinden anlamıştım. Filmde bize açık edecekler mi, merak ediyordum. ''Çıkmaya başladığı'' kız''Sinemada hep yere bakıyorsun, göz kontağı kuramıyorsun'' dediği anda ise teorim kendi kendine kanıtlanmış oldu. 

Madalyonun diğer tarafı ise, Fletcher'ın da birçok benzer özellik tanıması -ancak Antisosyal Kişilik Bozukluğu'na daha yatkın. Göz kontağı kurmada bir sorun yok. Planlarını sinsice ve ince işliyor. Kendine olan özsaygısı çok yüksek. Yüksek İşlevli Otizm ile tek ortak yanı empati yapmada güçlük çekmesi. Ancak yüksek işlevliler sosyal ortamlarda genelde ezilen pozisyonundayken antisosyaller onları manipüle eden
olurlar. Yıllardan beri filmlerde işlenen konunun modern psikyatri terimleriyle bezenmiş hali anlayacağınız. 

Hemen lak diye etiketlemek olmaz Fletcher'ı ancak House'un Sherlock'tan, Fletcher'ın da House'dan etkilendiğini varsayarsak çıkarım pek de yanlış değil. Sherlock Holmes'dan katsım dizideki değil bu arada. O kendi kendini Sosyopat ilan etmiş. Olur öyle.


İzleyicilerin birçoğunun Fletcher'a hayran kaldığına eminim. Bu arada, kendisinin Psikopat  olduğunu iddia etmiyorum. ''Attachment Disorder''lar da onun bu halini bir nebze açıklayabilir sanıyorum. Sanıyorum, çünkü en nihayetinde ben yazıyorum. Psikiyatr değilim. Ancak Psikopatların çoğunun cinayet işlemediğini, birçoğunun iyi işlerde çalıştıklarını ve kendilerine ayak bağı olabilecek duygulanımlardan ve bağlılıklardan yoksun oldukları için çok iyi yerlere gelebileceklerini belirtmem gerek. CEO, gazeteci, yazar, doktor, müzisyen, hatta va hatta hakim... Her şey olabilirler. Şaşırtıcıdır ki, özgüvenleri, fark ettirmeden yalan söyleyebilmeleri, beceriklilikleri, hırsları ve alaycılıklarıyla çevrelerindeki çoğu kişinin hayranlığını kazanırlar. (Ben de övüyor muyum sövüyor muyum belli değil)


Yukarıda saydığım nedenlerden dolayı Fletcher'ın yalnızca hırsından gözü dönmüş bir ''douchebag'' olduğunu düşünmüyorum. İnsanları dolaylı yoldan ölüme sürükleyen bir sadist olduğunu iddia ediyorum. Bu durumun tek farkında olan kişi de kendisi ancak böyle olmanın kendisini diğer insanlardan daha üstün kıldığını düşündüğünden manipülatif bir zevzek olmaktan erektif bir haz alıyor. Aha da buraya yazıyorum.


Andrew da filmin sonunda gene başına iş açıyor. Tamam, Whiplas'ı çaldın güzel, ya sonra? Ne olacak? Bu adam sürekli seni bir adım daha ileri atmaya zorlayacak, iplerini gene eline alacak ve bundan haz duyacak. Bu sefer araba kazasıyla kurtulabilecek mi yoksa bu psikolojik işkenceye Flecther'ın eski öğrencisi gibi mi reaksiyon gösterecek?

Eğer filmin ikincisinin çekilmesi planlanlyıorsa senaryoyu seve seve yazabilirim.

Çok öptüm,

Su Tunç.









QuickEdit

You Might Also Like

Hiç yorum yok

Infinyteam