Black Swan belki de günümüzün 'önündeki tek gerçek engel sensin.' mottosunu en iyi işleyen yapım. Zira insanın kendini bile bile sürüklediği durumlarda akla gelince içte bir sızlama etkisi yarattığı da aşikar.
Filmlerden yola çıkıp şahsi meselelere bağlama işini çok iyi yapıyorum. Genelden özele yani. Politikacılarınkinin tam tersi yönde işliyor benim kafam. Beceremiyorum ucunu kendime dokundurmadan bir şeyler yazmayı. Bir hikaye yazarken bu normal tabi ancak film ve müzik yorumunda bazen işin ucunu kaçırdığım oluyor, doğru.
Şimdi ise filmsiz, kitapsız, müziksiz; yalnızca kendim için yazıyorum. Kendi derdini anlatan bloggerları hep biraz ilgi odağı olmak isteyen, şımarık çocuklar olarak düşünmüşümdür. O nedenle zaten satır aralarına sıkıştırdım duygularımı, direkt belli etmekten utandım. Kim ne yapsın beni, değil mi? Önemli olan bir öznenin içine kendini katmak, o öznenin içinde kendi sonsuz gizli öznelerini yaratmak hem daha zor, hem daha az tatminkar. gene de mahlasla yazılan şiirler kitaplar kadar olgunca bir hareket değil. (bu durumun olgunca olup olmadığı hakkındaysa sonra düşüneceğim. Şu an beynim pek düşünce üretemiyor. Aklımdan ne geçerse aynen yazıya aktarıyorum.)
Böylesi uzun bir girizgah olur mu arkadaş? Anlatacağım şey çok ama kendimi tanıyorum, daha yarısına gelmeden sıkılacağım yazmaktan. 'Sonra devam ederim.' diyeceğim. O sonra hiç gelmeyecek. Yarım kalanları tamamlamaktansa her şeyi silip yeniden inşaa etmeyi yeğlerim çünkü. Yeniden inşaa ettiğim, büyük girizgahlarıyla, git gide azalan enerjisiyle, bir türlü sonuna varılamayan yazılarım, hayatım, ben...
Bu yazıyı yazdıktan sonra da kızacağım kendime. Olur da bir gün okursam 'Amma da duygusalmışım be!' diyeceğim. Kendime duygusal olmayı bile yasaklıyorum. Öyle bir eğitim var içimde.Gizli özneler çatışması da diyebilirsiniz, yanlış olmaz.
Hani 'kendini kaybetmek'derler ya, ya da dibe vurmak. İnsan hiçbir zaman kendini kaybetmez ya da dibe vurmaz. Her zaman biraz daha derini vardır işin. Biraz daha kaybedebilir kendini, biraz daha üzülebilir, biraz daha biraz daha... O dibe vurup da bir anda su yüzüne çıkmak işi tamamen moral yani. Çıkabilecek gücün varsa zaten eninde sonunda çıkarsın. Çıkarsın da neye çıkarsın? Bir önceki halini düşünüp de 'ayy ne biçimdim beeen!' diyeceğin günlere. Bu halin önceki halden daha iyi olduğunu kimse savunamaz bana. Savunmasın da zaten. Ne gerek var kavgalara gürültülere, değil mi?
Ah ah işte yorulmaya başlıyorum. Daha sadede gelemeden kulaç atacak dermanım kalmıyor. Hep böyle olmak zorunda değil mi? Mükemmel bir giriş müziği, ihtişamlı bir karşılama, sonuçta bir tabak çorbayla geçiştirilen bir yemek daveti. Çorba da soğuk geldi üstelik hiç hoş değil, hiç yakışıyor mu?
Aslında az biraz korkmuyor da değilim hani. Eskiden cümlelerim güzel bağlanırlardı. Şimdi doğru düzgün cümle kuramıyorum, 'Buraya gidiyordum' derken 'Elme çok severim' gibi bir cümle çıkıyor ağzımdan. Bir arra çok yalnızdım ben. Herkes yalnız filan da işsizdim yani. Yirmi gün filan. Oturdum öyle kaldım. Yapacak hiçbir şeyim yoktu. O sıralar bayağı bayağı cümle kuramaz olduydum. Şimdi kafamı toparlıyorum, mantıklıyım çok şükür. Eyeri tuttuk kaçmadan. Ama şunu anladm ki, 'Beni bir başıma bırakmayın uzun süre.' Bu benden yetkililere bir yardım çağrısıdır. Bak gene aynısı oldu. Gene aynı lokasyon: mutfak. Gene oturuyorum işsizgüçsüz. 'Ne yapacağım?' diye sorum kendime. Cidden yapacak şeyim yok. Yatsam, uykum yok. Ertes gün kalkıp ne yapacağım zaten, planım yok. Beyle bakarken dedim Su Tunç, adam ol. Bir daha böyle görmeyeyim seni. Dün zaten hayat hiç mi hiç güzel değildi.
Ama şu aylara kadar adam gibi gelmemin sebebi bir insandır. O da bana resmen 'anne' oldu. Ama ben onun bu gücünün bu kadar farkında değildim. Farkına varmaya başladığım andaysa 'Ya onsuz sıçarsam?' paniklemesiyle birlikte anneme yaptığım klasik tripler, 'Ben kendi başıma ayakta durabilirim.' olayları vuku buldu. Hal böyle olunca da o haller öyle böyle olmadı. Kızcağız sonuçta anne değil. Geldi ağladı yanımda. 'Ben herkese iyi davranıyorum insanlar bana böyle davranıyorlar.' diye. Sen de kontrol manyağı olma o zaman. Neyse bu yazı benim hakkımdaydı. Brüksel turumun ikinci ayağı hakkında, buradaki en yakın arkadaşımla olan bunalımlarımız değil. Kendim de becerebilirim hem! Gayet de tabii! (burada yazar kendine kocaman bir yerseeen! diyor)
Ben sıkıldım.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder