-->

Theme Layout

Boxed or Wide or Framed

Theme Translation

Display Featured Slider

Featured Slider Styles

Boxedwidth

Display Trending Posts

Display Instagram Footer

No

Dark or Light Style

Mixed Kebab





'Mixed Kebab' yazısını gördüğüm an zaten oryantalist bir film, yani batılıların bakış açısıyla harmanlanmış bir film, olduğunu anlamıştım kendisinin. Ger.ekten de Belçika yapımı, Felemenkçe bir film çıktı karşıma. Ancak bu sefer bakış açısı biraz daha farklı. Beni şaşırtan hatta rahatsız eden yönleri filmi izlemeden önce beklediğim gibi 'Türk karşıtı' değil, tam aksine Türkleri bağrına basan bir film olmasıydı. Rahatsız eden yönlerine de ileride değineceğim.

Filmin yönetmeni ve senaristi Guy Lee Thys. Hani artık gerçekten normal bir film festivalinde en az iki üç tane rastladığımız gay iki erkeğin ilişkisini ve toplumla çatışmalarını anlatıyor. Yalnız izlediğim bu tarz filmlerden farklı Mixed Kebab. Yalnızca eşcinsellik ve toplumun eşcinselliği kabullenişi üzerine değil, Avrupa'da yükselen islamaphobia'ya karşı yükselişe geçen köktendinciliğin detaylarına inildiği bir film olmuş. Düşünüş açısından filmi oldukça beğendiğimi söyleyebilirim. Avrupa değişiyor, Türkiye değişiyor, Araplar değişiyor. Bu filmde ise değişenlerle değişmeye karşı çıkanların zıtlıkları ele alınıyor. Sahneler biraz daha kısa tutulsa film belki de 'eşcinsel filmleri' festivallerinde gösterilemeyecek kadar politik bir ağırlığa sahip olacaktı. Ben gene de oyuncu seçimlerine ve iç mekanda kullanılan materyallere biraz daha dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca senaryonun üzerinde biraz daha oynanabilir, daha derin anlamlar yüklenebilirdi. 

Oyunculuk sçeiminde Guy Lee Thys'in biraz fazla 'görsel' kaçtığını düşünüyorum. Çünkü eşcinsel olan ve ailesinin memleketteki kuzeniyle evlendirmek istediği Türk'ü canlandıran Cem Akkanat (İbrahim) da aşık olduğu Simon van Buyten (Kevin) da gerçekten estetik açıdan sahip oldukları doğal insanüstülükleri biraz da oyunculuıklarına dökebilselerdi, en azından İbrahim'in önceleri baş belası olup, sonradan İslamcılarla birlikte takılmaya başlayan kardeşi Furkan gibi ucundan köşesinden bir duygu belli edebilselerdi (Bu konumda Simon van Buyten'in Cem Akkanat'dan daha iyi olduğunu düşünüyorum) film çok daha farklı yönlere doğru akabilir, bizde çok daha farklı duygular uyandırabilirdi.


Açıklamaları yaparken hikayeyi biraz anlattım. Türk var işte bu aşık oluyor. Ancak memleketteki kuzeniyle evlenmesi gerekiyor. Memlekete sevgilisi Kevin ile birlikte gidiyor. Evleneceği kuzeninin de aşığı var, otelde çalışıyor. Aşığı kızın evlenip Belçika'ya gideceğini öğrenince deliriyor, gizlice İbrahim ve Kevin'ın fotoğraflarını çekiyor, bu fotoğraflar ailenin eline geçiyor ve cümbüş başlıyor.

Filmde beni rahatsız eden nokta ise 'Türk sevmeciliği'. Tabii ben şimdi bu tanımı uydurdum ancak Kevin ve İbrahim'in otelin balkonunda durdukları sırada İbo'nun (her seferinde yazamam uzun uzun) 'Bak bak bir adam keçiyi beceriyor' demesi, Kevin'in İbo'nun elindeki dürbünü alıp bakmaya çalışması ancak görememesi, İbo'nun da ' Bizi Araplar gibi mi sandın?' demesi beni aşşşşşşşırı derecede irite etti. 

Ayrıca İbo'nun kardeşi Furkan'ın Faslılar, Arnavutlar, Arabistan Arapları, bilimum diğer Arap soylular tarafından tarikata alınması, beyninin yıkanması, Furkan'ın ailesinin buna karşı çıkması da ' Türkler aslında çok iyi, diğer herkesten farklılar. Tabii kötü yanları da var ancak biz onları sarıp sarmalayalım, Araplar pis zaten.' vari bir anlayışın ürünü. Ben öyle düşünüyorum en azından ve haksız olduğumu da düşünmüyorum açıkcası. Guy Lee Thys'in Türk bayraklı fotoğrafları da bunu destekler neticede. Oryantalizmden paçayı kurtarıyor muyuz neyiz? Başka ulusları aşağılayabilmek için bir ulusu yukarı çıkartmak gerekir ya, genelde kural böyledir. Biz de 'Araplar çok pis, Türkler öyle değil mesela..' gibi konuşmalara meze oluyoruz burada. Hadi hayırlısı.

Filmin sonuna doğru bir iki sahneyi gerçekten beğendim. Furkan'ın hayalini kurduğuyla yaptığı, hayalini kurduğu sırada o takkeli beyaz elbiseli halinde olması, ancak gerçek hayatta deri ceketiyle ağabeyinin sevgilisini öldürmeye gitmesi, akabinde yolda zamanında iyi patakladığı Romanyalı Radu tarafından bıçaklanması.. Ben bunu niye anlattım? Çünkü hastanede hemişre 'İyi ki deri ceket giymiş, bıçak çok derine saplanmamış o nedenle hayatı kurtuldu.' diyor. Burada yönetmenin ne mesaj verdiğini anlarsınız herhalde. Anlamadıysanız Arap olun! (Durun bir sn. Bizim Osmanlılar da pek sevmezlermiş Arapları sanırım. Atasözlerini, vecizleri bir düşündüm de! )


Son olarak: Filmin başında, Türk ailemizin evinde tepsideki 'TUTKU BİSKÜVİSİ' neydi allah aşkına? Brüksel'de bile her yer Türk marketi dolu. İki burma isteyeydiniz yollardık, valla bak. Bildiğin dizmişler tutkuları tepsiye. Yemek yiyordum izlerken boğazıma kaçtı yeminlen. 
QuickEdit

You Might Also Like

Hiç yorum yok

Infinyteam